Soğuk Savaş, Sovyet Bloğu ülkeleri ile Batılı güçler arasında 1945'den 1990'a kadar devam etmiş olan uluslararası siyasi ve askeri gerginlik.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Doğu ve Batı bloklarının zaman zaman savaş çıkarma tehditlerinin bütün dünyada gerginlik yaratmıştır. Bu dönemde, insanlarda nükleer kıyamet paranoyası doğmuş, dünya devletleri ise bu iki bloktan birinin yanında yer almaya çalışmışlardır. Gerginlik hiçbir zaman "taraflar arasında" sıcak savaşa dönüşmemiş olsa da taraflar her anlamda birbirlerini yıpratmaya çalışmışlardır. Genel kabule göre soğuk savaş Sovyetler Birliği'nin dağılması ve Berlin Duvarı'nın yıkılması ile sona ermiştir.
Soğuk Savaş askeri ve siyasi etkilerinin yanı sıra sanat, spor, edebiyat, bilim gibi tüm alanlarda dünyayı derinden etkilemiştir.
1940’lar:
Yalta Konferansı
Yalta; Ukrayna'ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti'nin güney kısmında yer alan, Karadeniz kıyısında bir sahil şehridir. İkinci Dünya Savaşı'nın sonucu bu şehirde yapılan ve adını bu şehirden alan Yalta Konferansı ile belli olmuştur.
Yalta Konferansı, 4 - 11 Şubat 1945'te Roosevelt, Churchill ve Stalin'i Livadiya’da bir araya getiren konferanstır. Birleşmiş Milletler örgütünün kurulacağı, San Francisco’da bir konferansın toplanacağına ilişkin bildiriyle, burada belirlenmiştir.
Churchill, Almanya’nın askeri işgaline Fransa’nın da katılmasını güçlükle kabul ettirmiştir. Almanya’nın bölünmesi ve tazminat sorunları konusunda anlaşamayan taraflar sözkonusu sorunları çözmeyi ileri bir tarihe bırakmışlardır. Churchill’in görüşüne karşın, Stalin ile Roosevelt Almanya aleyhinde ödünlere karşılık, Doğu Polonya’nın bölünmesi ilkesini kabul etmişlerdir. Ama Churchill, Polonya hükümetinin Londra’daki göçmenleri kabul etmesini sağlamıştır. Kurtulan Avrupa ile ilgili bir bildiride demokratik hükümetlerin kurulması öngörülmüştür. SSCB 1905’te kaybettiği topraklarla birlikte Kuril adalarının (Çişima adaları) kendisine geri verilmesinin sağlanması karşılığında Almanya’nın teslim olmasından üç ay sonra Japonya’ya müdahale etmeye söz vermiştir.
4-11 Şubat 1945 tarihleri arasında cereyan eden Yalta Konferansında görüşülen konular ve sonuçları özet olarak şöyledir:
(1) Uzakdoğu: Rusya, Almanya'nın teslim olmasından kısa bir süre sonra Japonya'ya savaş açmayı ve Uzak Doğu savaşına katılmayı kabul etti. Buna karşılık Rusya birçok tavizler elde etmeyi başardı. Güney Sakhalin ile civarındaki adaların, Port Arthur deniz üssü ve Kuril adalarının Rusya'ya verilmesi; Mançurya, Çin'in egemenliği altında kalmakla birlikte, Doğu Çin demiryolları ve Güney Mançurya Demiryollarının Rusya ile Çin tarafından ortak işletilmesi; 1924'de Dış Moğolistan'da kurulmuş, ancak Çin tarafından reddedilmiş olan Halk Cumhuriyeti statükosunun korunması kabul edildi. Uzak Doğu hakkındaki bu antlaşma son derece gizli tutuldu ve hatta Chiang Kai-Sek'e dahi bildirilmedi.
(2) Almanya: Almanya üç işgal bölgesine ayrılacak, fakat İngiltere ve Amerika kendi bölgelerinde Fransa'ya da bir kısım bırakacaklardı. Aynı şekilde Berlin şehri de ortak işgal altında bulunacaktı.
(3) Tamirat Borçları: Ruslar, Almanya'nın 20 milyar dolar tamirat borcu ödemesini ve bunun yarısının kendilerine verilmesini; bahsekonu borcun da ya-nsımn iki yıl içinde makina, sınai teçhizat seklinde menkul sermaye olarak; geri kalan bakiyenin de 10 yıl içinde Almanya'nın çeşitli ürünlerinden ödemesini; Alman ağır sanayiinin % 80'nin yo-kedilmesini teklif ettiler. Rus teklifi Amerika ve ingiltere tarafından çok ağır bulundu ve 20 milyar rakamı esas olmak kaydıyla ödeme şekli müteakip müzakerelere bırakıldı.
(4) Birleşmiş Milletler: Burada bahis konusu olan veto ve üyelik meselesiydi. Güvenlik Konseyinin daimi üyeleri için veto ilkesi kabul edildi. Üyelik konusunda ise Ruslar, Türkiye başta olmak üzere Rusya ile diplomatik münasebet kurmamış olan Güney Amerika devletlerinin Birleşmiş Milletler Teşkilatı'na üye olarak alınmamalarını teklif etti. Müzakereler sonunda; l Mart 1945'e kadar ortak düşmana savaş ilan etmiş olanların üyeliğe alınmalarına karar verildi. Bu karar üzerine Türkiye, 23 Şubat 1945'de Almanya ve Japonya'ya savaş ilan etti.
(5) Polonya Sorunu: Varşova'da bulunan geçici Polonya Hükümeti'nin en kısa zamanda gizli oya dayanan serbest ve demokratik seçimler yapması kararlaştırıldı. Polonya'nın doğu sınırları için, 1919 Paris Barış Konferansında tespit edilen "Curzon Çizgisi" kabul edildi. Batı sınırları için Ruslar, Oder-Neisse nehirleri çizgisini teklif ettiler. İngiltere Polonya'nın Almanya'dan toprak ilhakına karşı olduğundan sınırların tesbiti işi sonraya bırakıldı. Kısacası Polonya konusunda özellikle İngiliz ve Rus görüşleri farklı idi.
(6) Kurtarılan Avrupa Hakkında Demeç: Bu demeçle, eski Nazi Almanyası peyki olan ülkelerde demokratik rejimlerin kurulacağı açıklandı.
(7) İran'ın Durumu: Bu sırada Kuzey İran Rus işgali altında bulunmakta idi. Bu durumdan faydalanmak isteyen Ruslar, petrol sebebiyle bölgeyi İran'dan ayırma girişimlerinde bulundular. Rusya'nın bu tutumu karşısında İngiltere hoşnutsuzluğunu beyan etti ve meselenin görüşülmesi sonraya bırakıldı
(8) Boğazlar Sorunu: Boğazlar statüsünün Sovyet Rusya lehine değiştirilmesine, konunun Dışişleri Bakanları tarafından ele alınmasına, durumdan Türkiye'nin de haberdar edilmesine karar verildi Sonuç olarak: Yalta Konferası'ndan Stalin gayet memnun olarak, Churcill ise, düşündüklerini elde edememenin üzüntüsü içinde ayrıldı Bunun içindir ki, Churchill, hatıralarının Yalta ile başlayan kısmına "Demir Perde" adını koymuş ve Yalta'yı final olarak nitelendirmiştir Gerçekten de Yalta Büyük İttifak'ın sonu olmuş ve işbirliğinin yerini rekabet ve mücadele almıştır.
(9) Kurtarılan Avrupa hakkındaki Demeç:Eski Nazi Almanyası peyki olan memleketlerde demokratik rejimlerin kurulacağı belirtilmekteydi.
Sonuç: ABD başkanı Roosvelt konferanstan memnun edici sonuçlarla ayrılmış.Churchill ise Yalta ile başlayan döneme "DEMİR PERDE" adını vermiştir ve bu konferans "Büyük İttifakın Sonu" olmuştur.
Potsdam Konferansı
17 Temmuz - 2 Ağustos 1945 tarihleri arasında Almanya'nın Potsdam şehrinde yapılan konferansa verilen addır. 7 Mayıs 1945'te Almanya'nın teslim olmasından sonra, bundan önceki konferanslardan farklı olarak, savaşın nasıl bitirileceğini değil, barışın nasıl sağlanacağını konu alan Potsdam Konferansı, II. Dünya Savaşı'nın ve "Üç Büyüklerin" yaptıkları son büyük konferans oldu. Potsdam Konferansı'nda görüşülen konular şunlardır:
- Polonya Sorunu: Sovyetler Birliği, 16 Ağustos 1945'te Polonya ile yaptıkları bir antlaşma ile Polonya-SSCB sınırını Curzon Çizgisi olarak kabul ettirdiler.
- Almanya Sorunu:
- Almanya'daki tüm Nazi kurumlarının ortadan kaldırılmasına,
- Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık, Fransa ve Sovyetler Birliği işgal bölgelerinde ayrı ayrı demokratik rejimlerin kurulmasına,
- Alman savaş endüstrisinin barış ekonomisinin gereksinimlerine göre yapılandırılmasına,
- Tamirat borcu için herhangi bir rakam tesbit edilmemesine,
- Sovyetler Birliği'nin, ABD, Birleşik Krallık ve Fransız işgal bölgelerinden herhangi bir tamirat borcu talep etmemesine,
- Barış ekonomisi için gerekli olmayan endüstriyel teçhizatın pek az bir kısmının Sovyetler Birliği'ne verilmesine,
- Alman donanmasının büyük bölümünün tahrip edilmesine,
- Savaş suçlularının yargılanmasına karar verildi
- Avusturya'nın Durumu: Avusturya ve başkenti Viyana, Almanya örneğinde olduğu gibi dört devlet arasında işgal bölgelerine ayrıldı.
- İtalya'nın Durumu: İtalya'nın 1943 yılından beri demokrasi yolunda gösterdiği gelişmeler dikkate alınarak bu ülkeye barış için öncelik verilmesi ve barış hükümlerinin mümkün olduğu kadar yumuşak tutulması fikri benimsendi. Sovyetler Birliği'nin, Akdeniz ve Kızıldeniz'de bulunan İtalyan sömürgelerinden pay istekleri yönündeki talepleri ise ciddiye alınmadı.
- Sovyet uydu devletleriyle barış: Bu uydu devletler, Sovyetler'in askerî işgali altına girmiş olan ve hükümetlerinde de komünistlerin egemen olduğu Romanya, Bulgaristan ve Macaristan idi. Sovyetler Birliği, barış yapılmadan önce, ABD ve Birleşik Krallığın bu ülkelerdeki hükümetleri tanımalarını istedi. Ancak, ABD ve Birleşik Krallık ilgili ülkelerle barış yapılmadıkça, böyle bir tanımayı ve dolayısıyla Sovyet teklifini kabul etmediler.
- İspanya'nın Durumu: İspanya savaşa katılmamakla birlikte Mihver devletleri ile işbirliği yaptığı için Birleşmiş Milletler'e alınmaması görüşü benimsendi.
- İran'ın Durumu: İran'ın derhal boşaltılmasına karar verildi
- Boğazların Durumu: Sovyetler Birliği, Türkiye'nin zayıf olması fikrinden hareketle serbest geçiş için gereken garantiyi sağlayamadığını, bu sebeple Boğazların Sovyetler Birliği ile Türkiye'nin ortak kontrolü altına konulmasının uygun olacağını ileri sürdü. Kısacası, Boğazlar'dan üs talep ettiler. ABD ile Birleşik Krallık ise Sovyetler'in Boğazlar'dan tam geçiş serbestisine taraftar idiler. Konu hakkında herhangi bir karar alınmadı ve her devletin görüşünü Türkiye'ye bildirmesi kararlaştırıldı.
- Tuna Nehri: Tuna Nehri üzerinde bulunan tüm ülkeler Sovyetler Birliği'nin askerî işgali altına girdiğinden, Tuna nehri fiilen Sovyet egemenliği ve kontrolü altına girmiş durumdaydı. Bu nedenle Tuna'da gidiş-geliş serbestisinin sağlanması ve statünün yeniden tespitine karar verildi.
Gouzenko Olayı
1919'da Rusya doğumlu olan İgor Gouzenko, istihbarat Akademisini 1943 yılında bitirir ve teğmen rütbesiyle Kanada Ottawa'daki Sovyet Büyükelçiliği şifre memurluğuna atanır. 1945'te 109 gizli belgeyi Sovyetlerden kaçırarak, Kanada'ya iltica eder. Bu belgeler, Sovyetler'in Kanada,İngiltere, ABD'ndeki önemli bir casus şebekesini açıklamış ve bu alanda Batılıların eline geçebilen tek ve en değerli doküman olmuştur. Sovyetlerin atom bombası hakkındaki istihbarat çalışmalarını ve projede çalışan bilim adamlarından Allan Nunn May Sovyetler’e aktardığı bilgilerin olduğu bu belgeyi almak için Stalin büyük uğraş vermiş ve Sovyetler Gouzenko'ya Ottawa'da bir operasyon düzenlemişlerdir. Fakat başka bir ajan olan Stephenson tarafından Gouzenko ölümden kurtulmuştur. Bu olaydan sonra 40 yıl sürecek olan Soğuk Savaş başlamıştır.
Kızıl Panik
McCarthycilik veya Amerikalılar için Kızıl Panik, 1940'lı yılların sonunda başlayıp 1950'li yılların sonuna kadar ABD'de devam etmiş anti-Komunist kuşkuculuğunu belirtmektedir. Terim adını, ABD senatoru Joseph McCarthy'den almaktadır. Bu dönemde, ceşitli durumlardan ötürü ceşitli insanlar Komunist ya da Komunist sempatizanı olmakla suçlanmış, özel ve devlet kurumlarınca saldırgan soruşturmalara maruz kalmıştr. Bu dönem zarfında, birçok insan işten atılmalara, kariyerlerinin yok edilmesine, hatta tutuklanmalara maruz kalmıştır.
Dehşet Dengesi
Dehşet Dengesi ya da Karşılıklı Mahvolma politikası, Nükleer güce sahip devletler arasında olası bir nükleer savaşta ortaya çıkacak topluca yok olma korkusu doğrultusunda doğan denge. ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki dehşet dengesi, çok çeşitli imha silahları ve bunları taşıyacak füze sistemlerine sahip iki taraftan birinin ilk saldırısına, ötekinin vereceği yanıtın önlenemeyeceği anlayışı üzerine yatmaktadır. Ani bir saldırıda karşı tarafın çok iyi şekilde gizlenmiş olan nükleer silah kapasitesinin tam anlamıyla yok edilemeyeceğinin bilinmesi dehşet dengesinin yarattığı yıldırıyı arttırmaktadır. Dehşet dengesi bir yandan nükleer bir savaşı önlerken, diğer yandan da nükleer silahlanma yarışına yol açmıştır. İlk vuruş yeteneğiyle karşı tarafın tüm nükleer silahlarını imha edebilmek için, karşı tarafınkinden daha fazla sayıda nükleer silah üretmek gerekmiştir. Dehşet dengesini yaratan geniş nükleer silah stoğu topyekün savaşı akılcı bir devlet politikası olmaktan çıkartırken, kaza sonucu bir savaşın çıkması tehlikesini büyük oranda arttırmıştır. II. Dünya Savaşı sonrası dönemde atom bombası üzerine kurulu olan denge, Hiroşima'ya atılan bombadan binlerce kat daha güçlü bombaların üretimi sonucu daha da şiddetlenmişti. Dehşet Dengesi'nin varlığı Soğuk Savaş döneminde iki blok arasında bir topyekün savaşı önlemişse de, Kore ve Vietnam Savaşları gibi "sınırlı savaşlar" devam etmiştir.
İran Krizi
İran Krizi 1946 yılında oluşmuş İran ile alakalı uluslararası bir krizdir. Josef Stalin yönetimindeki SSCB birlikleri İran'ın işgaline devam ediyorlardı. Rıza Şah Pehlevi'nin Hitler'e karşı sempatisini belirtmesinden sonra İngiltere ve SSCB İran'a birliklerini göndermişlerdir, bunun sonucunda Pehlevi Mauritius'a gönderilmiştir. Oğlu Muhammed Rıza Pehlevi işgal güçleri tarafından yeni kral seçilmiştir. 1946 yılında İran'ın çeşitli kesimleri İngilizler tarafından işgale uğramıştı, ayrıca Kızıl Ordu'da İran'ın kuzeyini işgal etmişti. Stalin ise etki alanını yeni bağımsız devletler oluşturarak artırmayı amaçlıyordu, bu amaca dayanarak, Kürt Mahabad Cumhuriyeti'ni kurdu. ABD'den gelen baskı üzerine Sovyetler İran'dan çekilirken İran ordusu İngilizlerin ve komşularının da yardımlarıyla Kürt başkenti Mahabad'ı ele geçirdi. Kürt liderler Mahabad'ın ortasındaki Dört Mum Meydanı'nda (ing: Chwarchira Square) 1947'de asıldılar. Bu kriz ABD ile SSCB arasındaki farklılaşma ve ayrışmanın sebeplerinden biridir. Soğuk Savaş'ın başlangıç aşamalarından biridir.
Çin İç Savaşı
Çin İç Savaşı (Nasyonalist-Komünist İç Savaşı) Çin'deki, Kuomintang ve Çin Komünist Partisi (ÇKP) arasında yaşanan bir savaştır. 1927 yılında Kuzey Seferi sonrasında, Chiang Kai-shek tarafından yönetilen Kuomintang'ın sağ kanadının Kuomintang-ÇKP ittifağındaki Komünistleri temizlemesi ile başladı. Asıl çatışma 1950 yılında düşmanlığın bitmesi ile sona erdi. Komünistler şu anki Çin'i (Hainan Adası dahil olmak üzere) kontrolleri altına alırlarken, nasyonalistlerin elinde ise şu anki Tayvan, Penghu ve birkaç ada kaldı.
İlk Birleşmiş Cephe; Quing Hanedanlığı'nın çökmesinden sonra Kuzey Çin'in büyük bir bölümünü mahalli diktatörlerce yönetiyordu. Bu diktatörlere karşı batılı güçlerden yardım isteyen Sun Yat-sen umduğunu bulamadı ve yüzünü Sovyetler Birliği'ne çevirdi. Sovyetler Birliği kendi politik çıkarları doğrultusunda hem Sun'a hem de yeni kurulmuş olan ÇKP'ye yardım etmeye başlayarak Sun'un bu isteğini geri çevirmedi. Sovyet'lerin bu yardımla Çin'de bir komünist tarafa kayış olacağını ummuştu, buna karşı her iki tarafın da savaşı kazanabileceği ihtimali karşısında da hazırlıklarını yapmıştı. Böylece Çin'deki Komunistler ve Nasyonalistler arasındaki güç kavgası başlamış oldu.
1923 yılında Şangay'da Sun ve Sovyetler'in temsilcisi Adolph Joffe arasında Sovyetler'in Çin'in bir ulus olarak birleşmesine yardımcı olacağını taahüt eden Sun-Joffe Manifesotsou adındaki bir belge imzalandı. Bu belgede ÇNP ve ÇKP arasında bir birliğin bir an önce sağlanarak birleşmiş ve bağımsız bir Çin'in kurulması gerektiği vurgulanıyordu. Bundan sonra Sovyetler'den yetkililer her iki partiye birleşme ve yeniden organizasyon için yardım ettiler ve böylece İlk Birleşmiş Cephe kurulmuş oldu. Bu sırada Moskova'ya politik ve askeri eğitim almak için giden ve Sun'un arkadaşlarından biri olan Chiang Kai-shek, geri dönerek Whampoa Askeri Akademisi'ni kurdu. 1924 yılında akademinin başkanı olan Chiang burada sivrilerek göze batmaya başladı, en sonunda Sun'dan sonra ÇNP'nin başkanı oldu. Chiang Sovyetler'in giderek artarak Çin politikasına karışması ve içinde olunan "parti içinde parti" durumundan hoşnut olmayark komünistleri yavaş yavaş ÇNP'den tasfiye etmeye başladı. Bu Çin Sivil Savaşı'nın başladığına bir işaret oldu.
Kuzey Seferi (1926–1928) ve ÇNP'nin cepheden ayrılması; Sun'un 1925 yılında ölümünden bir kaç ay sonra Nasyonel Devrimci Ordu'nun başkumandanı olarak, Chiang uzun süredir ertelenmiş olan Kuzey Seferi'ne çıkarak kuzeydeki mahalli diktatörleri yenip Çin'in ÇNP altında birleştirme kararı aldı.1926 yılında ÖNP sağ-sol diye iki gruba ayrılırken, partideki komünist blok da giderek büyümekteydi. 1926 yılının mart ayında kendisine yapılan bir kaçırma girişiminden kurtulan Çan, derhal Sovyet danışmalarını kovarak partisindeki ÇKP üyelerine yükselme sınırlamaları getirdi ve kendini üst ÇNP lideri olarak atadı.
Yunanistan İç Savaşı
Yunanistan İç Savaşı, 1944-1948 yılları arasında Yunanistan’ı siyasi istikrarsızlık içine iten, etkileri 1955 yılına kadar hissedilen ve temelde sağ-sol mücadelesi olan savaştır.
İç Savaşı Hazırlayan Ortam
Osmanlı Devleti’nden bağımsızlığını kazandıktan sonra Yunanistan’da anayasal monarşi kuruldu ve bu ülke II. Dünya Savaşı’na kadar sürekli bir devrim ve karşı devrim süreci içine girdi.
1924-1935 yılları arasında Yunanistan cumhuriyet rejimi ile yönetildi. Karışıklıkların giderilememesi üzerine 1935 yılında bir plebisit yapıldı ve Yunanistan’da yeniden anayasal monarşi kuruldu.
1936 yılında Yunan Kralı, İoannis Metaxas’ı başbakanlığa getirdi. Metaxas başbakanlığa gelir gelmez parlamentoyu feshetti ve 1938’de ömür boyu başbakan ilan edildi. Metaxas 1941’deki ölümüne kadar ülkeyi faşist özellikler gösteren bir diktatörlükle yönetti. Metaxas kendi yönetimine (Klasik Yunan ve Bizans’tan sonra) “Üçüncü Uygarlık” adını vermiş; koyu bir kralcı olarak basını susturmuş, muhalifleri sürgüne göndermiş ve tam bir baskı yönetimi kurmuşsa da belli bazı reform hareketleri de gerçekleştirmiş ve ülkenin savunmasını güçlendirmiştir.
II. Dünya Savaşı sırasında önce İtalya ardından da Almanya’nın işgaline uğrayan Yunanistan’da Kral Londra’ya Hükümet ise Kahire’ye sığındı. Yunanlı yurtseverler II. Dünya Savaşı içinde Alman işgaline karşı çeşitli direniş örgütleri kurdular. Bunlar arasında öne çıkan “Ulusal Kurtuluş Ordusu” (ELAS) sol, “Hür Demokratik Yunan Ordusu” (EDES) ise sağ eğilimliydi. Bu iki örgüt Alman işgal ordusuna karşı etkili bir mücadele içine girdi.
Stalin ile Churchill Alman yenilgisinden sonra Doğu Avrupa’nın durumunu Moskova’da görüşürlerken Churchill Yunanistan’ın İngiliz etki bölgesi olarak kabul edilmesini önermiş ve Stalin de bunu kabul etmişti. “Yüzdeler Anlaşması” olarak bilinen bu uzlaşıdan hemen sonra, savaşın son yılında, İngiltere Yunanistan’a asker gönderdi. İngiliz ordusunu, ELAS ve EDES Almanları Yunanistan’dan temizlediler. Ancak bu temizlik Yunanistan’a beklenen barış ve huzuru getirmedi ve ülke beş yıl sürecek olan son derece kanlı ve yıkıcı bir iç savaşın içine girdi.
Birinci Aşama; Yunan iç savaşının birinci aşaması 4 Aralık 1944 günü başlamıştır. O gün, İngiliz işgal makamlarınca telkin edilen ve Yunan Başbakanı tarafından verilen bir ultimatomla ELAS’tan silahlarını teslim edip Atina’yı terketmesi istendi. Winston Churchill’in iddialarına göre ELAS Atina’da terör havası estirmekte ve Moskova tarafından yönetilmekteydi. Yine Churchill’e göre savaş sırasında Almanlardan çok EDES’e karşı savaşmıştı.Bu iddialara karşın ELAS aslında, savaştan önce Metaxas’ı devirmek için kurulan ve giderek Nazilere karşı direnişte etkin rol oynayan solcu unsurları içinde barındırmaya başlayan bir örgüttü. 1944 yılının sonunda üye sayısı iki milyona ulaşmıştı. ELAS, Metaxas’ın baş destekçisi Kral George’a da karşıydı. Kısaca, ELAS’ı harekete geçiren etken (Churchill’in iddialarının aksine) Moskova değil iç politika kaygılarıydı. Ayrıca, savaş sırasında İngiliz Savunma Bakanlığı ELAS’ı desteklemiş; hatta Churchill 1944 ilkbaharındaki Lübnan Toplantısı’nda ELAS ile EDES’i Nazilere karşı Georges Papandreu’nun komutası altında işbirliği yapmaya ikna etmişti. (Dolayısıyla, savaş sırasında ELAS’ın EDES’e karşı savaştığı görüşü doğru kanıtlara dayanmamaktadır.)ELAS, verilen ultimatoma uymadı. Uymama gerekçesi olarak İngiltere’nin Yunanistan’da Kralı ve kralla birlikte sağcı bir diktatörü işbaşına getireceğinden endişe etmesini gösterdi.Bunun üzerine Atina ve çevresinde başlayan silahlı çatışma üç hafta kadar sürdü. Zaten çok güçlü olmayan ve Sovyetler Birliği tarafından da desteklenmeyen ELAS’ın siyasi organı EAM bırakışmayı kabul etti. 12 Şubat 1945’te EAM ile EDES anlaştılar. Bu anlaşmaya göre tüm direniş örgütleri tek bir ordu içinde birleştirilecek, demokratik seçimler yapılacak (31 Mart 1946’da yapıldı ve solcuların seçim boykotu nedeniyle katılım oranı % 50’lerde kaldı) ve II. Dünya Savaşı sırasında Londra’ya kaçan Yunan Kralının Yunanistan’a dönüp dönmemesi konusunda referanduma başvurulacaktı (% 90 oy ile Yunanistan’da Krallığın yeniden kurulması kararlaştırıldı. Ancak bu yönde oy verenler arasında komünistlerin güçlenmesinden korkup cumhuriyetçi oldukları halde Kral lehine oy verenler de vardır). Böylece, 12 Şubat 1945’te Yunan İç Savaşı’nın birinci aşaması bitmiş oldu.
İkinci Aşama; Yunan İç Savaşı’nın ikinci aşaması hükümetin kurulması ve Kral’ın Yunanistan’a geri dönmesiyle başlamıştır. Bu aşama, birincisinden nitelik olarak farklıdır çünkü sorunun Birleşmiş Milletler (BM) gündemine taşınması ve Yunanistan’ın üç kuzey komşusunun (Bulgaristan, Yugoslavya ve Arnavutluk) solculara verdiği destekle iç savaş uluslararası bir nitelik kazanmıştır.1946 yılında Yunanistan’ın kuzeyinde çete savaşları başladı. Önceleri çetecilere karşı bir sempati vardı. Zayıf merkezi hükümet, ekonomik durumun zayıflığı ve sosyal adaletsizlikler, köylülerin çetecilere yardımını kolaylaştırmıştı. Merkezi hükümet, dağlık bölgelerde savaşan ve üç komünist devletten yardım alan çetecilerle mücadelede yetersiz kalıyordu. Bu arada BM, kendisine bağlı bir Araştırma Komisyonu tarafından bölgede yapılan inceleme sonucunda, çetecilere kuzeyden yardım geldiğini açıkladı. Çeteciler ise sadece eğitim ve yaralıların tedavisi gibi nedenlerle Arnavutluk ve Bulgaristan topraklarını kullandıklarını iddia etmekte ve kullandıkları silahların Alman ve İtalyanlardan geriye kaldığını dile getirirmekteydiler.Çetecilerin önderi konumundaki General Markos, 24 Aralık 1947’de “Geçici Demokratik Yunan Hükümeti” adı altında bir hükümet kurdu ve 10 maddelik bir program ilan etti. Bu programda Sovyetler Birliği ve üç Balkan ülkesi (Bulgaristan, Yugoslavya ve Arnavutluk) ile yakın ilişkiler geniş yer tutmaktaydı. Böylece, Yunanistan’da merkezi Hükümetin kolay kolay başedemeyeceği bir iç savaş başlamış oldu. Yunan Hükümeti sorunu BM gündemine getirmiş ancak çatışmalar 1950 yılına kadar devam etmiştir.
Sona Ermesi; İç savaş 1948 yılının başlarında sona ermişse de ufak çaplı çatışmalar 1950'ye kadar devam etmiştir. BM'nin ve Merkezi Hükümet'in, Yunan İç Savaşı'nın sona ermesinde pek etkiliği olduğu söylenemez. İç savaşın bitiş nedenlerinden birincisi Kominform'dan atılan Yugoslavya'nın çetecilere yaptığı yardımı kesmesi, ikinci nedeni ise ABD tarafından yürürlüğe konan Truman Doktrini'dir.
Sonuçları; Yunanistan iç savaştan sonra iki yıl tam bir siyasi istikrarsızlık içine girdi. Dört yıl içinde (1948-1952) Liberal ve Sosyal Demokratlar’ın üstünlüğünde 13 ayrı hükümet kuruldu ve düştü.1952 yılında yapılan yeni anayasa nisbi temsil yerine çoğunluk sistemini getirince Yunanistan’ı siyasal iflastan kurtarıp güçlü bir hükümet kurma iddiasındaki Mareşal Papagos’un sağ eğilimli Yunan Birliği Partisi hükümeti tek başına ele geçirdi ve bu dönem Papagas’ın 1955 yılındaki ölümüne dek sürdü. Yavaş yavaş siyasi istikrara kavuşmaya başlayan Yunanistan, 1955-1963 yılları arasında Constantin Karamanlis’in Ulusal Radikal Birliği (ERE) hükümeti tarafından yönetilmiştir.
Truman Doktrini
Truman Doktrini, 1947 yılında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Harry Truman tarafından Sovyet tehdidine karşı hazırlanmış plandır. Truman Doktrini, Amerika Birlieşik Devletleri'nin uluslararası politikasının değiştiğini ve Sovyet düşmanlığının bu yeni politikada temel esas olduğunu ilan etmiştir. Bu doktrin ile Amerika Birleşik Devletleri "komünizm tehdidi" altındaki devletlere mali ve askeri yardım yapacağını açıklamıştır.
Temel Nedenler; Almanya'nın çöküşü, II. Dünya Savaşı boyunca bastırılmış düşmanlıkları tekrar su yüzüne çıkardı. Almanya'ya karşı Sovyetler ile ittifak kurmuş olan Amerika ve İngiltere, Bolşevik Devrimi'nin ilk günlerinden beri komünizme düşman idiler. Hatta başta İngiltere olmak üzere İtilaf Devletleri, Birinci Dünya Savaşı bittikten sonra Bolşeviklerle mücadele eden Çarlık yanlısı Rusları desteklemiş ve bu amaçla Vladivostok, Murmansk ve Archangelsk limanlarına asker çıkarmışlardı. Amerika'nın Japonya'ya attığı atom bombaları Japonya'nın teslimiyetini sağlarken aynı zamanda Amerika'nın askeri üstünlüğünü de vurguladı. Bu iki saldırıyı Sovyetler'e yönelmiş bir tehdit olarak algılayan Stalin, Batı ile arasında kendisine bağlı uydu devletler kurarak bir “tampon bölge” oluşturmak istiyordu. Bu ilke Sovyetler'in savaş sonrasında Doğu Avrupa politikasının temelini oluşturmuştur.
Bu amaçla Sovyetler'in komünist ideolojiyi yaymaya çalışması ve Doğu Avrupa'da komunist uydu-devletler kurmaya başlaması Amerika'da büyük korkuya yol açmıştı. Bu sebeple 1947 yılından başlıyarak Amerika dış politikasının esası komünizm ile mücadele olmuştur.
Hızlandırıcı Nedenler; Truman Doktrini’ni hızlandıran başlıca neden, Sovyetler’in güneye doğru yayılmasıdır. Yunanistan’da komunist gerillalarla zayıf merkezi hükümet arasında başlayan iç savaş, Truman Doktrini’nin ilan edilmesini hızlandırmıştır. Ayrıca Sovyetler’in Türkiye’den toprak ve Boğazlar’da ortak savunma antlaşması istemesi ve bu amaçla Türkiye’ye baskı yapması, diğer hızlandırıcı nedendir.
İlanı; Başkan Truman, 12 Mart 1947’de Kongre’de kendi adıyla anılacak bu doktrini açıkladı. Truman’a göre Amerika, komünizm ile silahlı mücadele veren ve dış ülkelerin baskısı altında bulunan devletlere mali ve askeri yardım yapmalıydı(Burada kastedilen ülkeler Yunanistan ve Türkiye’dir). Bu amaçla Kongre’den 400 milyon dolar kullanma izni istedi. Kongre’nin 22 Mayıs’ta bu isteğini kabul etmesi üzerine Türkiye’ye 100 milyon, Yunanistan’a ise 300 milyon dolar yardım yapıldı.
Doğrudan Sonuçları; Truman Doktrini’nin en önemli sonucu, Yunan İç Savaşı’nın seyirini değiştirip, merkezi hükümetin komunistleri yenmesini sağlamış olmasıdır. Böylece Soğuk Savaş’taki ilk silahlı mücadelelerden birinden Batı Bloğu kazanarak çıkmış oluyordu.
Diğer önemli bir sonuç ise, aldığı yardım sayesinde Türkiye’nin Sovyetler’e karşı kendini daha rahat hissetmesidir. Ayrıca bu yardım Türkiye ile Batı Bloğu arasındaki ilişkileri iyileştirmiş ve Türkiye’nin NATO’ya girmesini sağlayacak sürece katkıda bulunmuştur.Truman Doktrini, kendisinden sonra gelecek olan Marshall Planı’na öncülük etmiş ve doktrinin başarısı Marshall Planı’nın hazırlayıcısı olmuştur.
Sembolik Sonuçları; Truman Doktrini, yeryüzünün iki bloka ayrıldığını ve Sovyet-Amerikan mücadelesinin başladığını ilan etmiştir. Buna ek olarak, Truman Doktrini ile Amerika, maliyesi II. Dünya Savaşı’nda iflas etmiş olan İngiltere’nin bölgeden çekilmesiyle oluşan boşluğu doldurarak Sovyetler’in güneye doğru genişlemesinin yolunu kesiyordu.Truman Doktrini ile Amerika, geleneksel dış politikasını değiştiriyor ve I. Dünya Savaşı sonundaki tutumunun aksine dünya siyasetinde aktif bir rol üstleniyordu.
Marshall Planı
Haziran 1947'de Harvard Üniversitesinde bir konuşma yapan ABD Dışişleri Bakanı George Marshall, Avrupa ekonomilerini tekrar kalkındırmak için çok geniş kapsamlı bir program önerdi.
Marshall Planı; buna katılmak isteyen her Avrupa ülkesine Amerikan mali yardımı, malzeme ve makinasını içeriyordu. Türkiye dahil, 16 Avrupa ülkesinin üyeleri 22 Eylül'de Amerika'ya sunulmak üzere bir Avrupa Ekonomik Kalkınma Programı hazırladılar. Bu program üzerine Amerika 3 Nisan 1948'de Dış Yardım Kanunu'nu çıkardı. Amerika bu kanuna dayanarak daha ilk yılında 16'lara (İngiltere, Fransa, Belçika, İtalya, Portekiz, İrlanda, Yunanistan, Türkiye, Hollanda, Lüksemburg, İsviçre, İzlanda, Avusturya, Norveç, Danimarka ve İsveç) 6 milyar dolarlık bir ekonomik yardım yaptı. Bu yardım ileriki yıllarda 12 milyar dolara ulaştı. Marshsall planı, Sovyetler ve onun uydularına da açık olmakla birlikte, Doğu Bloku üyeleri buna katılmak istemediler. Marshall yardımları sonucunda ve üç yıllık bir süre içinde Avrupa'daki sanayi üretimi savaş öncesine oranla % 25, tarımsal üretim ise % 14'lük bir artış gösterdi. Dış Yardım Kanununun çıkması üzerine 16 Avrupa ülkesi, 16 Nisan 1948'de Avrupa Ekonomik işbirliği Teşkilatı'nı kurdular. Marshall Planına karşılık Sovyetler de uyduları arasındaki ekonomik ilişkileri ve işbirliğini sıkılaştırmak için, Sovyet Dışişleri Bakanı'nın adına gönderme yapan Molotof Planı ikili ticaret düzenini kurdular. Zira, Çekoslovakya başta olmak üzere bazı uydu ülkeler Marshall Planı'na katılmak için büyük istek göstermişti. 1948 Şubat'ındaki Çekoslovak darbesinde bunun büyük etkisi vardır.
1948 Arap-İsrail Savaşı
İkinci Dünya Savaşı'nın bitmesinin ardından kurulan İsrail ile çevresindeki Arap Devletleri (başlıca Mısır, Suriye, Ürdün ve Filistin) arasında yapılmıştır. 1948 Arap-İsrail Savaşı (bazı kaynaklara göre İsrail'in Bağımsızlık Savaşı), İsrail ve komşu Arap devletleriyle başlayan bir savaşlar serisidir. İsrail'e göre savaşın sebebi İsrail Devletinin tam kurulumu olarak görülsede Filistinli Araplar bunu "al Nakba" olaylarıyla yani yeni kurulan İsrail Devleti'nden binlerce Filistinli sakinin dışarı atılması olarak anlatılmaktadır.
Berlin Ablukası
Berlin Ablukası, 1948´de başlayıp 1949´da biten, Sovyetlerin Berlin´i kontrol altına almak ve Batı ittifakına gözdağı vermek için şehrin her türlü karayolu ve demiryolu baglantısını kesmesi olayı.
Berlin, Almanya´nin doğusunda yer alır ve Sovyet işgaline uğramıştır, dolayısıyla Sovyet işgal bölgesi ile çevrili idi. Ancak sonradan Yalta Konferansı'nda Müttefikler Berlin'i dört bölgeye bölmüştü (Fransız, İngiliz, Amerikan ve Sovyet bölgeleri). İngiltere ve ABD, 1948´de hakimiyet bölgelerini birleştirdi ve bölgede yeni bir para birimi ilan etti. Bunun üzerine Stalin, Batı birliklerinin hepsini Batı Berlin´den çıkarmak için harekete geçti. Şehrin batı bölümüne tüm demir ve kara yollari kesildi.
Erzaksız kalan Batı Berlin´e Haziran 1948 ile Mayis 1949 arasinda yiyecek yardımları ABD uçaklarıyla havadan yapıldı. 12 Mayis 1949´da Stalin ablukayı kaldırdı. Soğuk Savaş´in gerginliği bu olayla daha da artmıştır.
NATO
NATO (İngilizce resmi: North Atlantic Treaty Organization, Fransızca resmi: Organisation du Traité de l'Atlantique Nord ("OTAN") ve Türkçe: Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün kısaltması), resmen açıklanmasa da II. Dünya Savaşı sonrası oluşan politik ayrımda, İngiliz Lord Ismay'ın deyişi ile "Rusları dışarıda, Almanya'yı alaşağı edilmiş halde ve ABD'yi içeride" tutmak için kurulmuştur. Yani amaç salt SSCB'ye karşı güvenlik değil, aynı zamanda Avrupa'nın güvenliği için ABD'nin katkı koymasını sağlamak, Almanya'nın yeniden silahlandırılmasını bölgeye tehdit oluşturmadan gerçekleştirmektir. Çünkü bilindiği gibi o dönemde ABD kongresi ve kamuoyu ülkenin Avrupa ülkeleri arasındaki ilişkilere karışmasını istemiyordu.
9 Nisan 1949'da Washington Antlaşması ile kurulan NATO bir kollektif savunma örgütü olarak bilinmektedir. Kurucu antlaşmanın özellikle 3., 4., ve 5. maddeleri önemlidir. Bu maddelerle üye ülkeler, ortak savunma için yeteneklerini gelistirmeye, herhangi bir uyenin toprak butünlüğu, siyasi bagimsizlik ve guvenligi tehlikede oldugunda bir araya gelmeyi ve herhangi birine saldırıldığında bu saldırıya hepsine karsi yapilmis bir salidiri olarak kabul etmeyi taahhut etmislerdir.
NATO'nun kuruluşuna karşı, SSCB ve Doğu Bloğu ülkeleri, kendi savunma anlaşmalarını yapmışlar ve Soğuk Savaşın yol açtığı kutuplaşma iyice belirginleşmiştir. Varşova Paktı olarak bilinen bu anlaşma, 1955'ten 1991'e kadar varlığını sürdürmüştür.
Türkiye, Adnan Menderes'in başbakanlığı sırasında, o güne kadar ABD ve SSCB arasında tutunduğu tarafsız tavırdan vazgeçerek ABD yanlısı politikalar gütmeye başlamış, bunun sonucunda da 1952 yılında NATO'ya katılmıştır. Türkiye'nin gene Adnan Menderes hükümeti zamanında Kore Savaşı'nda ABD ve Güney Kore'nin yanında çarpışmak üzere asker göndererek 1000 şehit vermesi, NATO üyeliği için yapılan bir hareket olarak değerlendirilmektedir. Norveç, Danimarka gibi Kuzey Avrupa ülkeleri Türkiye'nin üye olmasına uzun müddet karşı çıkmışlardır.
NATO'nun etkinlği dış güvenlik ile sınırlı kalmamıştır. 1950'li yıllarda İtalya'dan başlayarak NATO ülkelerinde gizli Özel Harekat daireleri kurulmuştur. Gladio adı ile anılan bu birimler ülkelerdeki devrimci sol hareketler başta olmak üzere her tür muhalefete karşı bir önlem olarak oluşturulmuştur. Bu birimler aynı zamanda Derin Devlet kavramının da ortaya çıkmasında büyük rol oynamıştır. Pek çok ülkede daha sonra bu birimler ortaya çıkarılarak sorumluları yargılandıysa da, Türkiye dahil çoğu ülke bu süreci henüz yaşamamıştır.
1950’ler:
Kore Savaşı
Kore Savaşı, 1950-1953 yılları arasında yapılan, Kuzey Kore ile Güney Kore arasındaki savaştır. Savaş, Amerika ve Müttefiklerinin, daha sonra da Çin Halk Cumhuriyeti'nin müdahelesiyle uluslararası bir boyut kazanmıştır. Kore Savaşı sonunda Kore'nin bölünmüşlüğü korunmuş ve bugüne kadar gelen birçok sorun miras kalmıştır.
Savaş Öncesinde Kore; Savaş öncesinde Kore, kolera salgınlarına uğrayan, okuma-yazma oranı düşük ve endüstrileşmeyi kaçırmış bir ülkeydi. Son yüzyıl boyunca, Uzakdoğu güç oyunlarında satranç tahtasındaki bir piyon gibi oynanmıştı. Kendi güvenliğini arttırmak ve Çin üzerinde daha rahat nufuz kurmak için 1905 yılında Japonya, Rus Çarlığı'nı yenerek Kore'ye sahip olmuştu. Kore; 1945 yılında Japonya'nın teslimiyetinden sonra, Amerika ile Sovyetler Birliği arasındaki anlaşmazlığın yüzeye çıktığı ilk yerlerden birisi oldu. Bu iki süper güç Japonya'dan aldıkları Kore toprakları üzerinde yerli ama kendilerine bağımlı hükümetler kurduktan sonra 1948-1949 yıllarında askerlerini çektiler. Böylece Sovyet yanlısı Kuzey Kore ile Amerikan yanlısı Güney Kore kuruldu ve 38. enlem aralarında sınır oldu.
Savaş; Sovyet lideri Stalin'in desteğiyle Kuzey Kore birlikleri 25 Haziran 1950'de 38. enlemin güneyine doğru hareket etti. Böylece Kore Savaşı resmen başlamış oldu.
Amerika'nın tepkisi; ABD Başkanı Truman'a göre bu harekat Sovyetler Birliği tarafından yönetilmekteydi ve geniş ölçekli bir Çin-Sovyet ortak saldırısının ilk adımıydı. Fakat yine de Amerika'nın ilk tepkisi ölçülüydü. Truman Japonya'daki Amerikan birlikleri komutanı General Douglas MacArthur'a Güney Kore'ye malzeme yardımı yapılması için emir verdi. Ayrıca Amerika, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ni derhal toplantıya çağırdı. Bir Amerikan tasarısı dokuz olumlu ve bir çekimser (Yugoslavya) oy ile kabul edildi. Kıta Çin'inin (Çin Halk Cumhuriyeti) BM'de temsil edilmemesini protesto etmekte olan Sovyetler Birliği, temsilcilerini konseyden çekmiş olduğu için kararı veto edemedi. Güvenlik Konseyi'nin aldığı bu kararla Kuzey Kore'nin saldırgan olduğu belirtiliyor ve birliklerini 38. enlemin kuzeyine çekmesi isteniyordu.
Kuzey Kore'nin BM kararını dinlememesi ve askeri durumun Güney Kore açısından gittikçe kötüleşmesi, Amerika'nın Hava ve Deniz birliklerini harekete geçirmesine yol açtı. 8. Amerikan Filosu Tayvan Adası'na yollanarak Kore'nin düşmesi durumunda adanın savunulmasında güçlü olunması sağlandı. Aynı gün, yani 27 Haziran'da, BM Güvenlik Konseyi, üye devletleri Güney Kore'ye yardım etmeye çağıran karar tasarısını kabul etti (7'ye karşı 1 oyla; Yugoslavya karşı, Mısır ve Hindistan çekimser).
Çin'in savaşa dahil olması ;
Kore Savaşı sırasında ABD birlikleri 38. paraleli geçiyor; Birleşmiş Milletler'in Güney Kore'ye birlikler yollamasıyla (bu birliklerde kara kuvvetlerinin %50'si, hava kuvvetlerinin %93'ü ve deniz kuvvetlerindin %86'sı Amerikalı'ydı) Kuzey Kore yenilmeye ve geri çekilmeye başladı. Kuzey Kore'yi 38. paralelin kuzeyine iten BM kuvvetleri eski sınırlarda durmadı ve iki Kore'yi Güney Kore liderliğinde birleştirme amacıyla Kuzey'i işgale başladı.
Bu durum, savaşa daha önce ilgisiz olan Çin'in tepkisine yol açtı. O zamana kadar Çin, bütün ilgisini milliyetçi Çin hükümeti'nin kaçtığı Formoza (Tayvan) Adası'nın geri alınmasına vermişti. Ancak, Amerikan güdümünde bir Kore kurulması Çin'i ciddi bir şekilde tehdit ediyordu. 38. Enlem'in geçilmesi durumunda savaşa gireceğini açıklayan Çin, BM birliklerinin durmaması sebebiyle aktif olarak Kuzey Kore'yi desteklemeye başladı.
24 Ekim 1950'de Amerikalı general Mac Arthur "savaşı bitirecek bir hücuma" girişeceğini söylemesiyle binlerce Çin "gönüllüsü" sınırı geçip Kore'ye girdi ve birçok Amerikan/BM birliğini savaş dışı bıraktı. BM'nin zaferi, kısa süre içinde toplu geri çekilme halini almıştı.
Ocak 1951'de başkan, savaşı yürütebilmek için, Amerikan Kongre'sinden özel yetkiler istedi. 50 Milyar dolarlık bir savaş bütçesi oluşturuldu. Amerikan ordusu kısa süre içinde mevcudunu %50 arttırdı ve bölgeye ek hava birlikleri yolladı.
Kore Savaşı artık Kuzey - Güney Kore savaşı değil, Çin-ABD savaşı olmuştu.
Savaşın bitmesi; "Çin gönüllüleri" BM birliklerini 38. paralelin güneyine püskürterek Güneyi işgale başladı. Ancak, bir karşı saldırı sonucunda cephe 38. paralel boyunca sabitlendi. Savaşın durağan bir nitelik alması ve iki tarafın da herhangi bir kazanç elde edememesi, tarafları barış görüşmeleri yapmaya itti. 1951 Nisan'ında başlayan görüşmeler sonucunda ancak 1953 Temmuzunda barış antlaşması imzalandı.
Savaşın sonucu; Kore Savaşı sonucunda Kuzey Kore, Çin ile batı bloğu arasında tampon bölge haline geldi. Savaştan yine en çok Koreliler zararlı çıktı. Kore yakılıp yıkıldı;yaklaşık olarak 3 milyon insan öldü Bunlardan yaklaşık 36.000'i Amerikan askerinden, 600.000'i Koreli askerlerden ve 500.000'i Çin'li askerlerden oluşmaktadır.Bu savaş Amerika Birleşik Devletleri'ne atom silahları gücüne güvenmemeyi öğretti. Amerika'nın atom üstünlüğüne karşın Çin'in ve Sovyetler'in Kuzey Kore'yi desteklemesi, Batı Bloğunu konvansiyonel savaş gücünü arttırmaya itti.
Cezayir Bağımsızlık Savaşı
20. yy'ın en önemli bağımsızlık savaşlarındandır. Cezayirli Müslüman Araplar ile Avrupalı Cezayirlilerin arasındaki sürtüşmenin, 130 yıllık koloni yönetimine karşı bir isyana dönüşmesiyle başlamıştır. Demokratik Özgürlüklerin Zaferi Hareketi (MTLD) adını alan Cezayir Halk Partisi 1950'de Fransız yönetimine karşı eylemlere başladı.1952'de önemsiz bir suçtan yargılanan Ferhat Abbas'ın davası yönetimi hedef alan bir propaganda aracına dönüştü.MTLD ve Cezayir Ulema Cemiyeti yöneticileri de Arap devletlerinden destek sağlama çabalarını yoğunlaştırdı.
Messali Hac'ın önderliğinden hoşnut olmayan bir grup gencin oluşturduğu Ulusal Kurtuluş Cephesi'nin (FLN) 31 Ekim 1954'te Betna ve Aures'te başlattığı ayaklanma yoğun bir tutuklama kampanyasına yol açtı.Ertesi yıl Ayn Abid'de ve el-Alia madenlerinde patlak veren ayaklanma, Avrupalılara yönelik bir kıyım hareketine dönüştü; yönetim buna idamlarla karşılık verdi.1956'da Fransa'da iktidara gelen hükümetin valiliğe atadığı Robert Lacoste, direnişi zorla bastırma politikasına yöneldi.Ülkenin iç kesimlerinde giderek denetimi sağlayan FLN'nin etkisini kırmak amacıyla Cezayir'e 500 bin kişilik bir Fransız ordusu gönderildi.Bu sırada daha önce silahlı mücadeleye karşı çıkan milliyetçi önderlerin çoğu FLN'ye katılmaya başladılar.
Bağımsızlığına yeni kavuşan Fas ve Tunus'un Cezayir sorununa bir çözüm bulmak amacıyla 1956'da görüşmeye çağırdığı Cezayirli önderlerin yakalanarak hapse atılması, ayaklanmanın daha da genişlemesine neden oldu.Ertesi yıl direnişçiler şiddet eylemlerine başladı.Cezayir'e gönderilen Fransız paraşütçü birlikleri bu girişimleri engelledi ve yoğun işkence uygulaması başladı.Direnişçilerin sızmalarını engellemek amacıyla Cezayir'in Tunus ve Fas sınırına dikenli tel örgüler çekildi.Bu engelin gerisinde kalan 30 bin kişilik Cezayir ordusunun saldırılarını sürdürmesi üzerine, Fransızlar Şubat 1958'de bir Tunus sınır köyünü bombaladı.Bu olay Fransa - Tunus ilişkilerinin gerginleşmesine ve İngiltere ile ABD'nin arabuluculuk girişimlerine yol açtı.
Nisan 1958'de Tanca'da toplanan Magrip Birliği Kongresi'nde alınan bir kararla Cezayir Cumhuriyeti Geçici Hükümeti (GPRA) oluşturuldu.Bu sırada Avrupalı Cezayirlilerin Fransa ile birleşme amacıyla yürüttüğü mücadele de kızıştı.Gerginliğin Fransa'da yol açtığı bunalım sonucunda geniş yetkilerle iktidara gelen Charles de Gaulle, Cezayirli Fransızların baskısına karşın, soruna siyasi bir çözüm bulmaya yöneldi.Arap devletleri ile sosyalist ülkelerden destek gören GPRA ile Mayıs 1961'de resmi görüşmelerin başlamasından sonra, Fransız göçmenlerin kurduğu Gizli Ordu Örgütü (Organisation Armée Secrète, OAS) sivil halka yönelik acımasız şiddet eylemlerine girişti.
Altı aylık bir aradan sonra yeniden başlayan görüşmeler 18 Mart 1962'de anlaşmayla sonuçlandı.Geçici bir hükümetin gözetiminde yapılacak bir referandumda onaylanmak koşuluyla, Cezayir'in bağımsızlığı tanındı.Ayrıca bağımsızlıktan sonra Fransa ile ilişkilerin sürdürülmesi ve Avrupalıların uyruk belirlemede serbest bırakılması öngörüldü.1 Temmuz 1962'de yapılan referandumda 6 milyon kişi bağımsızlık lehinde, 16 bin kişi aleyhte oy kullandı.
8 yıl süren Cezayir Bağımsızlık Savaşı'nda 2 milyon köylü toprağını terk etmek zorunda kalırken, 250 bin müslüman yaşamını yitirdi.
Doğu Alman Ayaklanması
Doğu Alman Ayaklanması, 16 Haziran 1953’te, Demokratik Almanya Cumhuriyeti (DAC) yönetimindeki Doğu Berlin’de inşaat işçilerinin bir bölümünün sürekli olarak artırılmakta olan iş yüküne karşı kendiliğinden gelişen bir gösteri düzenlemeleriyle patlak veren ayaklanmadır.
Soğuk Savaş’ın etkileri; Savaş sonrasındaki ilk üç yılda Sovyet işgal bölgesinde çok az sayıda millileştirme yapıldı. Bunun tek istisnası Alman ordusunun ve gericiliğinin omurgasını oluşturan feodal toprak sahibi Yunkerlerin sahip oldukları topraklar ve savaş suçlularının mallarıydı. Buna ek olarak çok sayıda fabrika söküldü ve savaş tazminatı olarak Sovyetler Birliği ’ne götürüldü. Bu uygulama fabrikaların bir çoğunun, şimdi artık işlerini kaybetmekte olan işçiler tarafından yeniden inşa edilmesini gerektirdiğinden, Sovyet işgal yetkilileri ile yaşanan sürekli bir sürtüşmenin kaynağı haline geldi.
Almanya´nın Bölünüşü ve Toplumsal Huzursuzluk; Stalinistler, politikalarının yaşam standartlarında daha fazla düşüşe yol açacağından, para reformuna bir günlük genel grevle tepki göstermiş olan Batı bölgelerindeki işçilere çağrı yapabilirlerdi. Bunun yerine, bütün insan ve yük trafiğini durdurarak Batı Berlin’i ablukaya almayı kararlaştırdılar. Sıkıntıyı çeken Batı Berlin işçileri oldu. Amerikan hükümeti bu fırsatı bir hava köprüsü kurmak ve kendisine Batı Berlin halkının kurtarıcısı süsü vermek için kullandı.
Şimdi Almanya’nın bölünmesi tasdik edilmiş oluyordu. 1949 Mayısında Amerikan, Britanya ve Fransız bölgelerinde Federal Alman Cumhuriyeti kuruldu. Beş ay sonra, Sovyet bölgesinde Demokratik Alman Cumhuriyeti kuruldu. Doğu Almanya’da burjuva mülkiyeti hızla ortadan kaldırıldı. 1948’de Sovyet bölgesindeki bütün bankalar millileştirildi. 1951’de Doğu Alman parlamentosu birinci beş yıllık planı kabul etti ve 1952’de yapılan bir parti konferansı "DAC’de sosyalizmin temellerinin sistemli bir biçimde kurulması gerektiğini" ilan etti.
Millileştirmeler işçiler tarafından memnuniyetle karşılanıyordu. Bu memnuniyet kendisini 1946’da Saksonya’da savaş suçlularının ve Nazi eylemcilerinin sahip oldukları büyük fabrikaların kamulaştırılması ile ilgili oylamada göstermişti –lehte oy kullananların oranı yüzde 78 olmuştu. Bununla birlikte millileştirmelere işçi sınıfına karşı yöneltilmiş daha ağır bir baskı dalgası eşlik ediyordu.
Stalinist SED, resmi olarak "Bolşevik tipte Leninist parti" olarak ilan edildi ve çeşitli kereler tasfiyeler yapıldı. Tasfiyelerin ilk kurbanları eski SPD üyeleri oldu. Bundan sonra sıra 1933 öncesinde KPD dışında olan ve KPD’ye 1945’de yeniden katılmış olan komünist grupların üyelerine geldi. Nihayet, savaş öncesinde KPD ve SPD içinde aktif olanların bir çoğu ihraç edildi ve yerlerine savaş sonrasında Stalinist okullarda eğitilmiş, genç, deneyimsiz üyeler yerleştirildi.
1949’da yapılan parti seçimlerinde daha önceki parti görevlerinin sadece dörtte biri yeniden seçilebildi. Yeni görevlilerin üçte ikisi 1945 öncesinde ne SPD’de, ne de KPD’de siyasi olarak aktifolmamışlardı. Atmosfer, göz korkutma ve "Sosyal Demokrat", "Troçkist" ve "Titoist" ajanlık suçlamalarıyla doluydu. Stalin kültü yeni doruklara ulaşıyordu.
Burjuva partileri resmi olarak yok edilmemişti. Bunun yerine bürokrasinin yardımcı enstrümanlarına dönüştürülmüş ve sadık Stalinistlerin denetimi altına sokulmuşlardı. Hatta iki tane yeni sağcı parti kuruldu. Bunların görevi daha önce siyasi faaliyet göstermeleri yasaklanmış eski sağcıları ve hatta faşistleri DAC rejimine payandalık yapmak üzere örgütlemekti.
Doğu Almanya’da Ayaklanma; Dördüncü Enternasyonal içindeki tartışma ilerlerken, Doğu Avrupa’da yaşanan olaylar Uluslararası Komite’nin haklılığını kanıtladı. Dördüncü Enternasyonal’de yaşanan bölünmeden kısa bir süre önce, Doğu Almanya’da işçi sınıfı ile Stalinist bürokrasi arasındaki çatışma en yüksek noktasına ulaştı. 16 Haziran 1953’te –Stalin bu tarihten üç ay önce ölmüştü- Doğu Berlin’deki inşaat işçilerinin bir bölümü, sürekli olarak artırılmakta olan iş yüküne karşı, kendiliğinden gelişen bir gösteri düzenlediler. Kısa bir süre içinde 10.000 işçi daha bu protestolara katıldı. Ertesi gün, bütün Doğu Almanya’da, yüz binlerce işçi greve gitti. İşçiler sadece eski çalışma koşullarına geri dönmeyi değil, fakat aynı zamanda hükümetin istifasını ve serbest seçimlerin yapılmasını da talep ediyorlardı. Halle, Merseburg ve Magdeburg’da grev komiteleri şehirlerin denetimini geçici olarak ele geçirdi ve siyasi mahkumları serbest bıraktı. Stalinist egemenler ve Sovyet işgal güçleri isyanı kaba kuvvet kullanarak bastırdılar. Savunmasız işçilere karşı tanklar gönderildi.Yüzden fazla insan öldürüldü. Yüzlerce işçi tutuklandı ve yıllarca hapiste kaldı. Greve önderlik eden altı kişi ölüme mahkum edildi.
Doğu Almanya’da meydana gelen kanlı olaylar işçi sınıfının yaratacağı basınçla Stalinist bürokrasinin kendini reforme edeceğine ve işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda hareket etmeye başlayacağına dair Pablocu iddiayı açıkça çürütüyordu. Oportünist çizgilerini savunurken "gerçekler" konusunda ısrarcı olan oportünistler, oportünist yönelişlerine ters düştüğünde gerçeklere karşı tamamen duyarsız kalıyorlardı. Bununla birlikte, oportünizm bir siyasi yanlış anlama değildir, aksine sınıflı toplumda derin nesnel kökleri vardır.Uluslararası Komite, Doğu Almanya’daki ayaklanmayı "Sovyetler Birliği ’nde iktidarı gasbetmesinden ve konsolide etmesinden bu yana, Stalinizm’e karşı yapılan ilk kitlesel ayaklanma" olarak değerlendirirken, Pablo bütün bu kanlı olayları göz ardı etti. Pablo, bunun yerine, ayaklanmanın ardından korkuya kapılan bürokrasinin işçilere kimi ekonomik ödünler verdiğini vurguladı. Bu ekonomik ödünleri, kendi teorisinin doğruluğunu gösteren yeni bir kanıt olarak sundu.Pablo şunları yazdı: "Sovyet önderler ve şu çeşitli ‘Halk Demokrasileri’nin ve Komünist Partilerin önderleri, bu olayların derin anlamını daha fazla çarpıtamaz ya da göz ardı edemezler. Kendilerini kitlelerin desteğinden sonsuza dek mahrum etme ve daha güçlü patlamalara yol açma riskinden kaçınabilmek için hâlâ, daha fazla ve gerçek ödünler verme yolunda yürümek zorundalar. Bundan sonra yarı yolda duramayacaklar. Yakın gelecekte daha ciddi patlamaların yaşanmasını önlemek ve eğer mümkünse mevcut durumdan, kitleler için daha tahammül edilebilir bir ortama ‘istemeye istemeye’ geçmek için ödünler vermek zorundalar." Bu sözler, bütünüyle, karşı devrimci Stalinizm için özürler bulmaya yönelikti. Üç yıl sonra, daha önce Doğu Almanya’da yaşanmış olanlar, bu kez Macaristan’da, çok daha geniş bir ölçekte tekrarlandı. Ancak Pablocular, Stalinizmin içindeki solcu eğilimler hakkında spekülasyonlar yapmaya devam ettiler. Pablocular, bizzat Stalinizmin bir payandası haline geldiler ve işçi sınıfının devrimci bir perspektiften uzak tutulmasında kritik bir rol oynadılar.
Ayaklanma Sonrası Dönem; Doğu Almanya’da egemen bürokrasi 1953 ayaklanmasından sonra kimi ekonomik ödünler verdi ancak bunlar uzun ömürlü olmadı. Bu ödünleri, bürokrasinin yaptığı "sosyalizmin inşası" yolunda atılacak ileri adımlarla ilgili yeni çağrılar izledi. Her zaman olduğu gibi, bu çağrılar, sömürü ve baskının yoğunlaşacağının bir işaretiydi.1957 yılında, sadece yurtdışına yapılan gezilere değil, fakat aynı zamanda DAC içinde seyahat etmeyi de sıkı denetim altına alan bir pasaport yasası uygulamaya kondu. SED’in 1958’de yapılan Beşinci Kongresi, "sosyalizmin 1965 yılında tamamlanacağını" ilan etti ve Doğu Alman sendikalarının tarihindeki en büyük tasfiye hareketi başlatıldı. Bütün sendikalarda yöneticilerin üçte ikisinden fazlasının yerine, en sadık Stalinist bürokratlar getirildi.
Ancak bürokrasinin işçi sınıfı üzerinde uygulayabileceği baskının bir sınırı vardı. İşçiler her an "ekonomik mucizenin" cazip işler yarattığı Batı Almanya’ya gidebilirlerdi. 1959’da, 145.000 kişi DAC’yi terk etti; 1960’da bu sayı 200.000 olmuştu ve 1961’de 300.000 kişinin ülkeyi terk etmesi bekleniyordu. Gidenler özelikle genç kuşaktan –gidenlerin yarısı 25 yaşın altındaydı- ve çalışmaya en uygun durumda olanlardı. Ekonomi, en üretken işçilerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyaydı.
1961’de Berlin Duvarı’nın inşa edilmesinin nedeni buydu. DAC’yi terk etmek, bir gece içinde olanaksız hale geldi. Bunu deneyecek olanlar için vurulma tehlikesi söz konusuydu. SED, duvarın "faşizme karşı koruyucu bir engel" olduğunu iddia ediyordu ancak herkes onun orada, faşistlerin içeriye girmesini değil, DAC vatandaşlarının dışarıya çıkmasını engellemek için durduğunu biliyordu.
Bürokrasi, duvarın sağladığı korumayla, egemenliğini belli bir ölçüde sağlamlaştırmayı başardı. Üretim araçlarının millileştirilmesi temelinde ve dünya ekonomisindeki genel büyümenin yardımıyla, önemli bir ekonomik gelişme sağlandı. 1950 ile 1974 yılları arasında sanayi üretimi yedi kat arttı. 1969 yılında DAC 17 milyonluk nüfusuyla, Alman Reich’ının 1936’da 60 milyon nüfusla ürettiğinden daha fazla sanayi malı üretiyordu.
Bürokrasi şimdi işçi sınıfına hatırı sayılır toplumsal ödünler verebilecek araçlara sahipti. Eğitim, çocuk bakımı, konut, sağlık, sosyal güvenlik ve kültür alanında kapitalist ülkelerin bir çoğunun ötesine geçtiler. Ancak ne millileştirilmiş üretim araçları, ne de toplumsal kazanımlar DAC’yi, SED’in iddia ettiği gibi sosyalist bir toplum yapmıyordu.
17 milyonluk bir ülkede bürokrasi, yurttaşlarının yaşamının her veçhesini izlemesi için 200.000 tam zamanlı ve kısmi zamanlı gizli ajan besliyordu. Stasi –ya da halk arasındaki takma adıyla "millileştirilmiş dinleme ve yakalama şirketi"- şüpheli unsurlardan, onları tutuklamak istediğinde, arama yaparken köpekleri kullanabilmek için, koku örnekleri bile topluyordu. Örnekler plastik torbalar içinde, dikkatle saklanıyordu. Diğer pek çok alanda olduğu gibi, Stasi’de de etkinlik ve ucubelik, beceriksizlikle iç içe geçiyordu.
Bürokrasi sadece siyasi muhalefetten korkmuyordu; bağımsız ya da orijinal olan her tür düşünceden de korkuyordu. Özellikle sanatçılar, birçoğu bütünüyle apolitik olmalarına karşın, dikkatle izleniyorlardı.
Varşova Paktı
14 Mayıs 1955'de Varşova'da sekiz sosyalist ülkenin imzaladığı Dostluk, İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Antlaşması ile kurulan askeri ve siyasal birlik. Antlaşmayı imzalayan ülkeler Arnavutluk, Romanya, SSCB, Demokratik Almanya, Bulgaristan, Polonya, Çekoslavakya ve Macaristan'dı. Demokratik Almanya Pakt'ın askeri kanadına 1956'da katıldı. Arnavutluk, 1962-1968 döneminde çalışmalarına katılmadığı Pakt'an 1968'de kesin olarak çekildi. Anlaşma, daha önceleri SSCB ile Çekoslavakya(1943), Polonya (1945), Bulgaristan, Macaristan ve Romanya (1948) arasında imzalanan ikili anlaşmaları bütünlüyordu.
Kurulmasının nedenleri; Sosyalist ülkeleri, karşılıklı bağlarını bir pakt içinde güçlendirmeye yönelten başlıca neden; 1949'da sosyalist ülkelere ve sosyalizmin yayılmasına karşı kurulan NATO'nun askersel etkinliklerini artırması ve silahlanmaya hız vermesiydi. Birliğin kuruluşuna ilişkin ilk adım, 29 Kasım-2 Aralık 1954 tarihleri arasında sekiz sosyalist ülkenin katılımıyla, ortak güvenliğin ve barışın korunması konusunda ve Moskova'da düzenlenen konferansta atıldı. Varşova Paktı, Londra ve Paris Antlaşmaları ile Federal Almanya'nın NATO'ya girmesi ve NATO'ya bağlı olarak Batı Avrupa Birliği'nin kurulmasıyla Avrupa'da doğan ve giderek artan savaş tehlikesine karşı biçimlendi. Pakt kurucularına göre bu gelişmeler, barışsever devletlerin güvenliği bakımından bir tehdit oluşturuyor ve savunma sağlayıcı karşı önlemlerin alınmasını gerektiriyordu. Paktın kuruluşundan hemen sonra, Temmuz 1955'de Moskova'da, ABD'yi de içine alan bir Avrupa güvenliğinin yararına olmak üzere, NATO ve Varşova Paktı'nın dağıtılması önerildi. Varşova paktını kuruluşunu izleyen süreçte, SSCB ile üye ülkeler arasındazincirleme bir biçimde ikili yardım anlaşmaları imzalandı. SSCB aynı zamanda Polonya, Macaristan, Romanya ve Demokratik Almanya ile 1956 Aralık - 1957 Mayıs döneminde bir dizi kuvvet statüsü anlaşması imzaladı. Aynı tür bir antlaşma, Çekoslavakya'yla 1968'de imzalandı. Anlaşmada uluslararası ilişkilerde tehdit ve kuvvete başvurma kınanarak, üyelerin bunu önlemek konuundagerkli tüm çabayı gösterecekleri belirtiliyor.
Maddeleri
- Avrupa'da silahlı bir saldırı durumunda üyelerin tek tek ya da ortak bir biçimde kendilerini savunacakları belirtiliyor
- Birleşik Komutanlığın kurulması öngörülüyor.
- Siyasal Danışma Komitesinin kurulması öngörülüyor.
- Üyelerin bu anlaşmanı amaçlarıyla herhengi bir uluslararası bağlantıya girmeyecekleri ve girişimde bulunmayacakları vurgulanıyor.
- Tarafların birbirleriyle ekonomik ve kültürel ilişkilerinidaha ileri boyutlarda bir dostluk ruhu içinde davranacakları belirtiliyor.
- Bu sözleşmenin toplumsal ve siyasal sistemleri gözönüne alınmaksızın öteki tüm develetler açık olduğu vurgulanıyordu.
- Antlaşma 20 yıl geçerli olacaktır. Sürenin bitiminden bir yıl önce, anlaşmayı sona erdirme isteğinin belirtilmemesi durumunda, anlaşmanın 10 yıl daha uzaması öngörülüyor.
- Varşova Paktı'ın en yüksek siyasal organı Siyasal Danışma Komitesi'dir(CPC).
- Doğu ile Batı arasında ortak güvenlik sağlayan bir pakt yürürlüğe girince, Varşova Paktı'nın kaldırılması göz önüne alınabilir.
- Üyelerin ortak çıkarlarını ilgilendiren tüm sorunlarda birbirlerine danışmaları vurgulanıyor
İşleyişi; Başlangıçta yılda en az iki kez toplanması öngörülen CPC, 1972'den beri iki yılda bir toplanmaktadır. Başkanlık ve toplantı yerinin,üye devlerlerce sırayla üstlendiği organ, üye ülkelerin Parti Birinci Sekreterleri, Devlet Başkanları ve Dışişleri Baknlarından oluşur. Toplantılarda genellikle, Varşova Paktı'nın Ordusu'nun komutanı da bulunur. En üst düzeyde askeri organ ise, Birleşik Yüksek Komutanı'sır. CPC'nin denetiminde olan USC'nin önde gelen görevlileri, başkomutan, kurmay başkanı ve başkomutan yardımcılığı yapan Askeri Konsey üyeleridir. 1969'dan beri her yıl toplanan sürekli bir organ olan Savunma Bakanları Komitesi'nce desteklenmektedir. Üye devletler arasındaki işbirliğini güçlendirmek amacıyla kurulan Dışişleri Bakanları Komitesi de 1976'dan beri benzer bir işlevi yerine getirmektedir.
Silahlı gücü; Varşova Paktı kuvvetleri, 4 milyona yakını Avrupa'da olmak üzere yaklaşık 5,7 milyon muvazaf personele sahiptir. Ek olarak 700.000 kişilik ulusal güvenlik kuvvetleri vardır. Pakt'ın dünya üzerinde aktif durumda; 244 tümen, 27 bağımsız tugay, 60,000 savaş tankı ve 12.000 uçağı içeren Hava Kuvvetleri vardı. Büyük bölümünü Sovyet donanmasının oluşturduğu Deniz Kuvvetleri, nükleer balistik füze denizaltılarına ek olarak 300 denizaltı gemisi vardır. Bunların bir bölümü, denizaltılarından Cruise-seyir füzleri atabilmektedir. Su üstü kuvvetlerinde, uçak gemsisi ve kruvazörlerden oluşan 40 savaş gemisi, çok sayıda değişik tipten gemi ve havadan gemilere güdümlü füze atabilen 500 deniz bombardıman uçağı bulunmaktadır. Paktın kıtalararası balistik (ICBM), denizaltı gemilerindan atılan balistik füzeler (SLBM) ve bombardıman uçaklarından oluşan stratejik kuvvetlerinin tümü rusya tarafından sağlanmaktadır.