eTkiStanBuLL
 
  Ön Kapak
  Makaleler
  Haberler
  Kalem Döküm
  Focus On Symbols
  Soğuk Savaş Ansiklopedisi
  => BAŞLARI
  => ORTALARI
  => SONLARI
  İletişim
ORTALARI

I. Tayvan Boğazı Krizi

Tayvan Boğazı Krizi veya 1955 Tayvan Boğazı Krizi, Çin Halk Cumhuriyeti ile Çin Cumhuriyeti arasında 1955 yılında yaşanan kısa süreli bir silahlı çatışmadır.Çatışma, Çin'in bazı adaları işgal etmesi ile başlamış, ABD'nin de Tayvan lehine müdahale etmesiyle derinleşmiştir. Sonuçta, bazı Tayvan adaları Çin denetimine bırakılmıştır.

Süveyş Krizi

Süveyş Krizi, 1956 yılında İsrail, İngiltere ve Fransa'nın oluşturduğu gizli ittifak ile Mısır arasında yapılan savaştır. Mısır lideri Nasır'ın Süveyş Kanalını millileştirdiğini açıklamasından sonra çıkan savaş, Sovyetler Birliği'nin Londra ve Paris'e atom bombası atma tehditi karşısında İngiltere ve Fransa'nın geri adım atmasıyla sonlanmıştır. Süveyş Krizi, İkinci Dünya Savaşı öncesinde dünyaya egemen olan Batı Avrupalı devletlerin mutlak egemenliğinin son bulduğunu ve artık Amerika'nın desteği olmadan hareket edemeyeceklerini göstermiştir.

Çatışmanın Temeli; 1950'lere gelindiğinde Mısır’da egemen bir devlet kurulmuş olmasına rağmen Süveyş Kanalı’nın denetimi Batılı Devletler’in kontrol ettiği Kanal Şirketi’ndeydi. Şüveyş kanalı yoluyla başta İngiltere ve Fransa olmak üzere pekçok Batı Avrupa devleti, Körfez ülkelerinden petrol alıyordu.

Mısır’da 1952 yılında iktidara gelen Cemal Abdulnasır, ülkesini askeri yönden güçlendirmeye ve İsrail karşısında üstün duruma geçmeye çok önem verdi. Bu amaçla, Sovyetler Birliği’ne yaklaşmaya ve Çekoslovakya üstünden silah almaya başladı. Ayrıca, Asuan Barajı’nı bitirip, ülkenin ekonomik kalkınmasını sağlamak istiyordu. Fakat bunlar için büyük miktarda mali yardıma ihtiyacı vardı. ABD ve İngiltere’den kredi almayı denediyse de, bu iki ülke Mısır’ın Doğu Bloğu’ndan silah alması ve İsrail karşıtı militanları desteklemesi sebebiyle kredi vermediler.

Bunun üzerine Nasır, ihtiyacı olan mali gücü sağlamak için Süveyş Kanalı’nı işleten Kanal Şirketi’ni milleştirdiğini açıkladı. Kanal Şirketi’nin hisselerinin değerini sahip devletlere ödeyeceğini açıkladıysada, bu karar İngiltere ve Fransa’dan çok büyük tepki aldı. Çünkü, bu iki devlet için Süveyş Kanalı, Basra Körfezi'ndeki devletlerden aldıkları petrolün taşınması için çok önemliydi. Bu nedenle burada, Sovyetler’e yanaşmaya başlayan Mısır’ın denetim kurması tehlikeliydi. Ayrıca çok karlı olan Kanal Şirketi hisselerini Mısır’a devretmek istemiyorlardı.

İngiltere, Fransa ve İsrail Anlaşması; Anlaşmazlığı çözmek için toplanan Londra Konferansı’ndan sonuç çıkmadı. Bunun üzerine İngiltere başbakanı Antony Eden Paris’e gitti. Paris dışındaki Sevr’de toplanan İngiltere, Fransa ve İsrail Mısır’a askeri müdahele kararı aldı. Buna göre İsrail Mısır’a saldıracak, İngiltere ve Fransa ise savaşanları ayırmak bahanesiyle bölgeye asker çıkartıp kanalı işgal edeceklerdi. İki ülke arasındaki çatışmalar durdurulduktan sonra ise, “daha başka çatışmaları önlemek ve dünya ticaretinin bölge savaşlarından etkilenmemesini sağlamak” amacıyla bölgede kalıcı bir İngiliz-Fransız birliği konuşlandırılacaktı.

İngiltere ve Fransa’nın Saldırısı; Anlaşmaya göre İsrail 29 Ekim 1956’da Sina yarımadasını işgale başladı. Derhal harekete geçen İngiltere ve Fransa, Mısır’a bölgeye asker yollayarak “savaşı durdurmayı” önerdi. Nasır’ın bunu reddetmesinin ardından ise iki devlet askeri harekata başladı. İngiltere’den ve Fransa’dan birçok uçak gemisinin katıldığı harekat 5 Kasım’a kadar hava saldırısı; sonrasında ise paraşütçü birliklerin indirilmesi şeklinde gerçekleşti. Taktik açıdan harekat çok başarılı oldu. İngiliz ve Fransız birlikleri, Mısır birliklerini yenip kolayca kanalı ele geçirdi ve bölgeye hakim oldu.

Savaşın Bitişi ve Barış

Sovyetler ve Amerika’nın Tepkisi; Hem Sovyetler Birliği, hemde Amerika Birleşik Devletleri bu saldırıya karşı cephe aldılar. Amerika ve Sovyetler’in savaşa karşı ortak tavır koymaları, Soğuk Savaş’ın ender olaylarından biridir. Sovyetler’in, Mısır’dan çekilmemeleri durumunda Paris ve Londra’ya nükleer saldırı yapma tehdidi sonrasında İngiltere ve Fransa ateşkes ilan edip geri çekilmek zorunda kaldı. Kasım’da başlayan geri çekilme Aralık ayında tamamlandı.

Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler’in Doğu Avrupa’da yayılmasına büyük tepki gösterdiği halde kendi müttefiklerinin benzer emperyalist amaçlar için savaşması karşısında hem kendi içinde hemde uluslararası ortamda tepki görmüştü. Bu nedenle harekata karşı çıkmış ve Sovyetler’in saldırı tehdidi karşısında İngiltere ve Fransa’yı yalnız bırakmıştır. Ayrıca Amerika Birleşik Devletleri, Süveyş Krizi’nin daha büyük bir çatışmaya dönüşmesi ve Doğu/Batı Blokları arasında bir savaş şeklini almasından korkuyordu.ABD’nin bu harekata karşı olmasındaki diğer bir neden ise, bu savaşla bölgedeki Batı karşıtı akımların güçlenip Arap ülkelerinin Sovyetler’e yanaşmasıydı. Petrol sebebiyle çok önemli olan bu bölgede Sovyet ektisi, Amerika için kabul edilemez olurdu.

Birleşmiş Milletler Barış Gücü; Savaş’ın sonlanmasıyla, Kanada Dışişleri Bakanı Lester Pearson, Birleşmiş Milletler Barış Gücü kurularak Gazze Şeridi’ne ve Sina Yarımadası’na yerleştirilmesini önerdi. Birçok ülkenin katılımıyla oluşturulan bu gücün “barış sağlanıncaya kadar Mısır ve İsrail'in savaşmasını engellemek” sorumluluğunu üstlenmesi gerekiyordu.1967’ye kadar bölgede kalan Barış Gücü, bu tarihte çekilmiş ve hemen ardından Altı Gün Savaşı çıkmıştır.

Savaşın Sonuçları; Süveyş Krizi’nin en önemli sonucu, Avrupa Devletleri’nin zayıflığını göstermesi oldu. Yarım yüzyıl öncesinde dünyaya mutlak egemen olan İngiltere ve Fransa’nın artık Amerika’nın askeri desteği olmadan hareket edemeyeceği ortaya çıkmıştı. Bu, dünya hakimiyetinin Avrupa’dan Amerika ve Sovyetler’e geçtiğinin ilanı olmuştur.

Süveyş Krizi, İngiltere’nin Falkland Adaları Savaşı’na kadar Amerika’nın desteği olmadan yaptığı son harekattır. Bu süre içinde İngiltere, askeri harekatlarında hep Amerika’nın desteğini arayacaktır.

Fransa’da ise General de Gaulle, Fransa’nın dış politika amaçları için Amerika’ya güvenemeyeceğini anlamıştır. İktidara geldikten sonra de Gaulle, Fransa’nın bağımsız bir politika izleyebilmesi için nükleer silah geliştirilmesine başlayacak ve Fransa'yı NATO'nun askeri kanadından çekecektir.

Süveyş Krizi’nden Nasır, Arap dünyasının en güçlü lideri olarak çıktı. Mısır, savaşı kaybetmiş ve büyük asker kaybı vermiş olmasına rağmen Süveyş Kanalı üzerinde denetimini kurmuştu. Mısır’da 1881 yılından beri var olan İngiliz etkisi ortadan kaldırılmıştı.Süveyş Krizi sonrasında Nasır yükselirken, İngiltere’de başbakan Antony Eden istifa etmek zorunda kalıyordu.İngiltere ve Fransa’nın zayıflığının ortaya çıkması ve Mısır’ın ayakta kalması kolonilerin bağımsızlaşma sürecini hızlandırdı. Bu iki devletin kalan kolonileri ileriki yıllarda bağımsız oldular.Mısır’ı kurtaran, İngiltere ve Fransa’yı geri çekilmeye zorlayan, Sovyetler Birliği’ydi. Bu tarihten sonra bölgede Sovyetler’in prestiji hızla artmaya başladı.

II. Tayvan Boğazı Krizi

II. Tayvan Boğazı Krizi, veya 1958 Tayvan Boğazı Krizi, Çin Halk Cumhuriyeti ve Çin Cumhuriyeti arasında 1958 yılında yaşanan kısa bir silahlı çatışmadır.Çatışmanın sebebi, Çin'in Tayvan'a ait olan bazı adaları ele geçirmeye çalışmasıdır. 23 Ağustos 1958'de Çin'in bombardımanına Tayvan karşılık vermiş, ve 400 Tayvanlı, 50 Çinli ölmüştür.Bu olay, I. Tayvan Boğazı Krizi'nin devamıdır ve Kore Savaşı'ndan hemen sonra başlamıştır. Olaya ABD ve SSCB'nin de karışmasıyla derinleşmiştir.

 

Küba Devrimi

Küba devrimi, 26 Temmuz Hareketiyle birlikte kovulan Fulgencio Batista rejimi yerine Fidel Castro önderliğinde yeni bir Küba hükümeti kurulmasıdır. Süreç 26 Temmuz 1953 Moncada Kışlası isyanıyla başlar, 1 Ocak 1959`da Batista`nın kovulması ve Santa Clara, Santiago de Cuba şehirlerinin Fidel Castro, Che Guevara, Raul Castro liderliğindeki isyancılar tarafından ele geçirilmesiyle son bulur. "Küba devrimi" terimi, aynı zamanda kısaca Batista`nın devrilmesi ve Marksist ilkelerin yeni Küba Hükümeti tarafından uygulanmasını da belirtir.

Ocak 1956 öncesi;26 Temmuz 1953`te yaklaşık yüz kişilik az cephaneli gerilla grubu Moncada Kışlası`na saldırdı. Birçoğu saldırıda hayatını kaybetti. Hayatta kalanlar, Fidel Castro ve Raúl Castro da bu gruba dahildir, kısa süre içinde yakalandı. Dava sonunda hepsi uzun süreli hapis cezaları aldı. Castro, Isla de la Juventud adasında yer alan Presidio Modelo hapishanesinde geçirmek üzere 15 yıl hapis cezası aldı.

1955`te baskılar üzerine Batista Moncada baskıncıları da dahil bütün politik mahkumları serbest bıraktı. Castro kardeşler Meksika`ya sürgün edildi, burada sürgün edilmiş diğer Kübalılarla tanışıp daha da güçlendiler. Bu yeniden örgütlenme sürecinde Castro, Arjantinli doktor Ernesto "Che" Guevara ile tanıştı, Che de onlara katılmakta gecikmedi. Burada Kübalı eski askeri lider devrimci Alberto Bayo tarafından eğitildiler.

Meksika`da eğitilen grup Fidel Castro önderliğinde Küba`ya gitmek için Kasım 1956`ta Granma yatına bindiler. Planlarına göre Doğu Küba`ya geldikleri zaman Küba`da kalan isyankarlar tarafından genel bir çatışma başlatılacak böylelikle Batista hükümetini çabucak devireceklerdi.

Ocak 1956 - 1958 ortası; Granma yatı Küba`ya planlanan zamandan daha geç ve planlanan bölgeden daha doğuya vardı. 26 Temmuz Hareketi`ne bağlı olan llano kanadıyla temas etmek zorlaştı ve koordine bir saldırı gerçekleştirilemedi. Varıştan sonra gerillalar Sierra Maestra dağlarına kendi çabalarıyla ilerlemeye başladılar. Kısa bir süre sonra Küba Hava Kuvvetleri'nin saldırısı sonucu birçok kişi hayatını kaybetti, yüz civarında kişiden geriye 15-20 kişi kalmıştı. Hayatta kalanlar küçük gruplara ayrılıp, dağlarda ilerleyerek hayatta kalan kişilere ulaşmaya çalıştılar. Birbirlerini bulmaları köylü sempatizanlar sayesinde oldu. Bu 12 kişilik küçük grup, Fidel Castro, Raúl Castro, Camilo Cienfuegos ve Che Guevara da buradaydı, gerilla kuvvetinin çekirdek lider grubunu oluşturacaklardı.

1956`dan 1958`in ortalarına kadar Castro Ramos Latour, Frank País, Huber Matos ve diğerlerinin yardımıyla Sierra Maestra dağlarındaki ufak Batista garnizonlarına başarılı saldırılar düzenledi. Cevap olarak Batista kontrolü kaybetmemek için Küba`daki şehirlerde kanlı tepkiler verdi. Che Guevara ve Raúl Castro da dağlarda Batista yanlılarını ve Castro düşmanlarını idam ederek politik kontrolü sağladı.

Bu zaman diliminde Castro ve ekibi yaklaşık 200 kişiden oluşuyordu ve bu sayı Küba ordusu ve polis gücünün toplamına (30.000-40.000 arası Bockman, Chapter 2) oranla oldukça küçüktü. Fakat her çatışma öncesi savaşmaya isteksiz olan orduydu ve saldırıları etkisiz oluyordu. Batista güçleri için diğer bir sorun ise Birleşik Devletler tarafından 14 Mart 1958`de konulan ambargoydu. Küba Hava Kuvvetleri uçakları tamir ettiremiyor ya da yedek parça alamıyordu. Batista güçleri sonunda Verano Operasyonuyla dağlara güçlü biçimde saldırmaya başladı. 12.000 asker (yarısından fazlası eğitimsiz erdi) bu operasyona katıldı fakat Castro`nun kararlı savaşçıları tarafından püskürtüldü. Örneğin 11 temmuzdan 21 temmuza kadar süren La Plata Muharebesi`nde Castro`nun güçleri 240 kişiyi esir alırken sadece 3 kişi kaybetti. 29 temmuzda General Cantillo`nun tuzağına düşen Castro ve savaşçıları yaklaşık 70 kişiyi yitirdi. Castro 1 Ağustos`ta geçici ateşkes önerdi ve Cantillo kabul etti. Pazarlıklar sürerken Castro savaşçılarını tekrar dağlara taşıdı ve operasyonu en az kayıpla bitirdi. Büyük umutlarla başlatılan Verano Operasyonu Batista hükümeti için başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

Ağustos 1958 – Zafer; Batista saldırısı başarısızlığa uğratıldıktan sonra 21 Ağustos 1958 tarihinde Castro güçleri saldırmaya başladı. Fidel Castro, Raúl Castro ve Juan Almeida komutanlığındaki "Oriente" bölgesinde (şimdi 4`e ayrılmıştır, Santiago de Cuba, Granma, Guantánamo, Holguín) 4 cephe kurulmuştu. Batista saldırısı sırasında ele geçirilen cephaneler oldukça işe yaramıştı ve Castro güçleri seri halde zafer kazanmaya başladı. Bu sırada, Che Guevara, Camilo Cienfuegos ve Jaime Vega kumandanlığındaki 3 ekip de Santa Clara`ya doğru ilerlemekteydi. Jaime Vega ekibi yok edildi. Kalan iki ekip ana merkezlere ulaşarak Castro kumandanlığında olmayan direniş örgütleriyle birleşti. Cienfuegos 30 Aralık 1958`de Yaguajay Çarpışma`sını kazanarak önemli bir başarı elde etti ("Yaguajay Kahramanı" ismi buradan gelir). Ertesi gün (31 Aralık) Santa Clara şehri Che Guevara, Cienfuegos ve William Alexander Morgan güçleri tarafından ele geçirildi. Bu haberler Batista`yı paniğe sürükledi. Haberi aldıktan saatler sonra, 1 Ocak 1959, uçakla Dominik Cumhuriyeti`ne kaçtı.

Castro, Batista`nın kaçtığını duydu ve Santiago de Cuba`yı almak için görüşmelere başladı. 2 Ocak`ta Albay Rubido askerlerine Castro güçleriyle savaşmamalarını emretti ve şehir ele geçti. Guevara ve Cienfuegos da Havana`ya aynı saatlerde girdi. Santa Clara`dan Küba`nın başkenti Havana`ya gelirken hiçbir güçle karşılaşmamışlardı. 6 Ocak`ta Castro`nun kendisi Havana`ya ulaştı. Küba`nın yeni başkanı ve lideri belli olmuştu.

1959 sonrası; Yüzlerce Batista yanlısı ajan, polis ve asker "insan hakları ihlali" ve "savaş suçu"ndan idamla yargılandı. Suçlu bulunanların çoğu öldürüldü yahut uzun süreli hapis cezalarına mahkum edildi. "Devrim adaleti"`ne bilinen bir örnek de Santiago`yu aldıktan sonra Raul Castro`nun yönettiği 70 Batista rejimi yanlısı askerin idamıdır. Guevara hapishane olarak da kullanılan La Cabaña kalesinin en yüksek savcısı oldu. Batista yanlılarının karşı devrim yapmasından çekiniliyordu ve birçoğu bu yüzden idam edildi. Ceza almayan birçoğu da polis ve askerlikten uzaklaştırıldı.

Uzay Yarışı

Uzay Yarışı, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) arasında 1957'den 1975'e kadar süren, resmî olmayan rekabet. Uzaya uydu ve sonda yollayarak keşfetmek, insan göndermek, Ay'a insan indirmek gibi çabalar içerir. Uzay Yarışı, Soğuk Savaş'ın bir parçasıdır.Yarışın başlangıcı, 2.Dünya Savaşı'ndan kalma roket teknolojisine, savaştan sonra ortaya çıkan uluslararası gerginliğe ve Sovyetlerin 4 Ekim 1957'de Sputnik 1 adlı ilk yapay uyduyu fırlatmasına dayanır. Uzay Yarışı, Soğuk Savaş döneminde SSCB ve ABD arasındaki kültürel ve teknolojik rekabetin önemli bir parçası haline geldi. İki ülkenin birbirini olası bir sıcak savaştan önce moral olarak çökertme çabalarında, uzay teknolojisi araç olarak kullanıldı.

Sputnik Krizi

Sputnik Krizi, 4 Ekim 1957´de Sovyetler Birliği´nin uzaya fırlattığı Sputnik yapay uydusunun ardından ABD ve SSCB arasında yaşanan yarış.1950´lerin başında hem ABD hem de SSCB uzaya ilk uyduyu fırlatmak için birbirleriyle bir yarış içine girmişlerdi. ABD´nin başarısız denemelerinin ardından hiç beklenmedik bir zamanda SSCB, bir basketbol topu büyüklüğünde 85 kg ağırlığındaki Sputnik I uydusunun yörüngeye oturtulduğunu açıkladı. Bu ABD için tam bir şoktu. Bu olay hem teknoloji yarışında geride kalmak demekti hem de daha önemlisi, bu denemeyi başaran Sovyetlerin nükleer bir silahi ABD üzerine gönderebileceği paranoyası tüm Amerikalıların aklına girmişti. Bunun hemen ardından, ABD bir dizi fırlatma daha denedi ancak hiçbirinde başarıya ulaşamadı. Sovyetler, 3 Kasım 1957´de bu kez uzaya giden ilk canlı olan Layka adlı köpeği taşıyan Sputnik II uydusunu da başarıyla fırlattı. Bu, Uzay Çağı´nı açma yarışını Sovyetlerin kazandığı anlamına geliyordu.

1960’lar:

Vietnam Savaşı

Vietnam Savaşı, komünist dünya, (Sovyetler Birliği ve Çin) ile ittifaka girmiş olan Vietnam Demokratik Cumhuriyeti (Kuzey Vietnam) ile Vietnam Cumhuriyeti (Güney Vietnam) ve başta ABD olmak üzere kapitalist müttefikleri arasında yaşanan savaştır. ABD birlikleri 1965 yılından 1973 yılına kadar savaşa dahil olmuştur ve 53 200 askerini kaybetmiştir.

Viet Minh'in Kuruluşu; İkinci Dünya Savaşı bittiğinde Hindiçini; İngiliz ve Fransız sömürgesiydi. III. Napolyon döneminde Fransızlar Annam, Kamboç, Koşen ve öteki bazı bölgeleri ellerine geçirmişler bu arada Hindistan ve Birmanya yoluyla Hindiçini'ne giren İngilizlerle Mekong'da çatışmışlar ve sonunda bu akarsuyu sınır yapmışlardır.

İkinci Dünya Savaşı'nda Hindiçini, Japonya'nın eline geçti. Bu devlet, 1945 yılında yenileceğini anlayınca buradaki milliyetçi duyguları körüklemiş ve bölge halkını silahlandırmıştır. Hindiçini'nde üç bağımsız devletin (Vietnam, Laos ve Kamboç) kurulduğunu ilan ederek Vietnam'ı İmparator Bao Dai'nin yönetimine bırakmıştır.

1945 yılında Fransız Hindiçini'ne gelen ilk birlikler İngiltereninkilerdi. Bunlar Siagon'a geldiklerinde durumu karışık buldular. Çünkü, milliyetçi gruplar savaş sonu düzensizliğinden yararlanarak denetim kurmak için çaba gösterirken, "Hür Fransa"ya bağlı birlikler de bölgedeki Fransızların hayatını korumak için mücadeleye başlamışlardı.

Truman ve Vietnam; Truman ve Vietnam'da Truman doktrine diye adı geçen bir bölümde komünizmin domino teorisine dayanarak "Eğer Vietnam'a göz yumarsak yayılacak hiçbir komünist devlete göz yummamalı ve elimizden geleni yapmalıyız" demiştir. Ancak Truman zamanında Fransızlar Vietnam'da hakim durumdaydı ve Ho Chi Minh liderliğindeki komünist milliyetçilere karşı savaş vermekteydi ABD de her şekilde para silah cephane yardımını Fransa'ya yapıyordu.

Eisenhower ve Vietnam; Dwight Eisenhower döneminde Fransızlar Vietnam'dan çekilmişti ve Vietnam'da Komünistler ve kapitalistler arasında iç savaş vardı. ABD'de Fransa Vietnam'dan çekilince, Birleşmiş Milletler'le beraber, 17. paraleller sınır olmak üzere Kuzey ve Güney olarak ikiye ayrılmasını sağlamıştır. O dönemde Eisenhower'ın politikası barışçıl yollarla çözümdü. Eisenhower, başkanlığında her zaman barışçıl bir politika yürütmüştür; öte yandan Vietkong(komünist gerillalar) Güneye saldırınca bölgeye asker göndermiş ancak bu askerler sadece Güney askerlerine eğitim amacıyla orada bulunmuş herhangi bir mücadeleye girmemiştir. John F. Kennedy döneminde asker sayısı 16 bini aşmış ancak yine mücadaleye girmemişlerdir. Başkan Lyndon Baines Johnson ve Richard Milhous Nixon döneminde mücadeleye girmiştir.

SEATO'nun Kurulması; Dünyadaki birçok yerde,II.Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan alt-bölgesel örgütlerin büyük bir çoğunluğu ise, sıkı iki kutuplu sistemde batı blok lideri ABD’nin, doğu blok lideri SSCB’yi çevreleme politikası doğrultusunda oluşturulmuşlardır.1949 NATO, 1954 Balkan İttifakı, 1955 Bağdat Paktı örgütleri ile müttefiklerden bir hat oluşturma yolundaki stratejinin Uzakdoğu ayağını da, 1954 yılında kurulan Güneydoğu Asya Antlaşması Teşkilatı (SEATO) oluşturmuştur.

Tırmanma; Vietnam'ın 20 yüzyıl tarihinin otuz senesinde savaş hüküm sürdü. Komünistlerin Fransız koloni kuvvetlerine karşı 1940'lı yıllarda başlattıkları mücadele, Saygon ve ülkenin tamamının kontrolünün 1975'te ellerine geçmesine dek sona ermedi. Kuzeyde mevzilenmiş komünist güçler, milliyetçi lider Ho Şi Min liderliğinde 1954 yılında Fransızları bozguna uğrattılar. Ülke, yapılan anlaşmalarla komünist kuzey ve Amerikan yanlısı güney olmak üzere ikiye bölündü, arada askerden arındırılmış bir bölge vardı. Kalıcı bir çözüm için ülke çapında seçim sözü verildi ama bu asla gerçekleşmedi. Beş yıl içinde komünistler, güneyde gerilla savaşı başlattılar.

1964 yılında Kuzey Vietnam devriye botları, Tonkin Körfezi'nde seyretmekte olan Amerikan savaş gemisi 'Maddox'a ateş açtılar. Amerika da bu gerekçeyle Kuzey'i bombalamaya başladı. Sonradan devriye botlarının ateş açma hikayesinin düzmece olduğu anlaşıldı.[kaynak belirtilmeli] Bu saldırı hikayesi sadece Kuzey'i bombalamak gibi bir avantaj sağlamakla kalmadı, ABD Kongresi'nin, Başkan'a yeni yetkiler veren 'Tonkin Körfezi Kararnamesi'ni onaylamasını da sağladı. Buna göre, Amerikan Başkanı, saldırganları püskürtecek ve yayılmasını engelleyecek her türlü yetkiyle donatılmış bulunuyordu. Amerika'nın Vietnam Savaşı'ndaki komploları bundan ibaret değildi. 1963 Kasım ayında Güney Vietnam Devlet Başkanı Diem askeri bir darbe sırasında öldürüldü. Bu cinayetin ABD istihbarat örgütü CIA tarafından işlendiği sonra kanıtlandı.

Komünistlerle savaşmak üzere bölgeye yüz binlerce Amerikan askeri gönderildi. Bu, nihayetinde pahalı ve başarısız olacak; sivil huzursuzluğa ve uluslararası şaşkınlığa yol açacak bir süreçti. Amerika Birleşik Devletleri bilhassa domino teorisine dayanarak komünizmin yayılacağı yönündeki Soğuk Savaş kaygısıyla hareket etmişti.

Vietnam savaşı çok çetin geçtiği kadar iki tarafında birbirine acımadığı bir savaş olarak akıllara kazınmıştır. Vietkong’lar akla gelebilecek her türlü işkenceyi ele geçirdikleri Amerikan askerlerine yapmaktan geri kalmamış, keza Amerikan askerleri de yakaladıkları Vietkongları diri diri helikopterle alçaktan (ölümleri gerc ve can cekişerek olsun diye) atmışlardır. Toplu halde yapılan işkenceler, insanları canlı canlı yakmalar, biyolojik saldırılar, napalm bombaları, bir köyü basıp çoluk çocuk kim varsa talan etmeler sıradan hale gelmiştir.

ABD’den 19 bin km uzakta cereyan eden savaş, televizyon sayesinde Amerikalıların oturma odalarına taşınmıştır. Savaş görüntüleri olarak ölen, yaralanan, acı çeken asker görüntüleri, savaş sırasında mağdur olan sivil halkın durumu, özetle kan ve gözyaşı, insanları savaştan soğutmuş ve böylece ABD kamuoyunun savaşa olan desteği her geçen gün azalmıştır. Zaten, 1960’lardan itibaren Vietnam Savaşı yaygın halk muhalefetini ortaya çıkartmış ve Amerikalı gençler arasında haksız bir savaşa karşı bir duruş ortaya çıkmıştı. 1970’lere gelindiğinde ise nüfusun büyük çoğunluğu savaş karşıtı olmuştu.

Ülkenin dağlık orta bölgelerinde bir kasaba olan Buon Ma Thuot'nın ele geçirilişiyle savaşın kaderi değişmiş ve Kuzey Vietnam güçleri iyice güçlenmiş ve moral kazanmış; ve nihayet iki ay sonra, 30 Nisan 1975 tarihinde Güney'in başkenti olan o zamanki adıyla Saygon'a girmiştir.

'Vietnam Savaşı' uzun ve kanlı bir savaş oldu. Hanoi hükümeti, 21 yıl süren çatışmalarda kuzey ve güneyde toplam dört milyon sivil ile bir milyondan fazla komünist savaşçının hayatını kaybettiğini söylüyor. ABD'nin verilerine göre ise , 200 ile 250 bin Vietnamlı asker ile 53 bin 200 Amerikan öldü ya da kayboldu.

Saygon artık bugünün Vietnam'ının kurucusu ve o savaşın kahramanı ve lideri Ho Şi Min'in adını taşıyor.

Sonuçları; Bu savaşı Komünist S.S.C.B,Çin,Kuzey Kore,K.Vietnam kazandı.Böylece,A.B.D'nin Vietnamı bölme planı suya düşerken,Kuzey Vietnam ve Güney Vietnam 1975 yılında birleştiler.

 

Çin-Sovyet Ayrılığı

Çin-Sovyet Ayrılığı, Çin Halk Cumhuriyeti ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği arasında yaşanan ciddi bir diplomatik ayrılıktır. 1950'lerin sonunda başlamış, 1969'da zirveye ulaşmış ve farklı yollarla 1980'lerin sonuna kadar sürmüştür. Sorun Çin'in 500 milyon köylüyü kapsayan bir toprak reformu gerçekleştirmeyi düşünmesi ve bu reformla sosyalizmi tam olrak tamamlayacağını dolayısıyla artık Sosyalist liderinin Sovyetler değilde Çin olması gerektiğini iddia ediyordu.Sovyetlerde ise Kruşcev sosyalizm basamaklarını sovyetlerin çoktan tamamladığını iddia ediyordu.Kruşcev iddiasını desteklemek için Doğu Avrupa ülkelerine bazı imtiyazlar vermiş ve yakın zamanda başlayacak olan çok merkezlilik döneminde Doğu Avrupa'nında faal bir güç olarak katılımını sağlamış oldu. Sorun Gorbaçov işbaşına gelene kadar devam etti ve bu dönemde çözüldü. Bu ayrılık, uluslararası Komunist akımlarda da paralel etkilere sebep olmuştur, fakat asıl çıkış sebebi iki ülkenin Komunizme farklı yaklaşımları değil, sadece milli çıkarlarının çatışmasıdır.

U-2 Krizi

 

U-2 Krizi, (U-2 Olayı olarak da bilinir) 1960 yılının Mayıs ayında Sovyet toprakları üzerinde bir Amerikan U-2 casus uçağının düşürülmesi üzerine çıkan ve Sovyet-Amerikan ilşkilerinde önemli bir bunalıma yol açarak Soğuk Savaşı şiddetlendiren olaya denir. ABD’nin Türkiye dahil bazı NATO ülkelerinden kalkan uçaklarının faaliyetlerinin yarattığı bir olaydır ve yalnız doğu ve batı blokları açısından değil Türkiye açısından da önemli sonuçlar doğurmuştur

Uçuşların Nedeni; U-2 Olayı Amerikan yöneticilerinin Sovyetler Birliği’nin 1949 yılında ABD’nin atom tekelini ortadan kaldırmasından sonra duymaya başladıkları derin güvensizliğin doğrudan bir sonucudur. ABD’nin kesin bir zaferle bitiremediği Kore Savaşı önemli bir endişe kaynağı olmuş; Sovyetlerin nükleer silahlarını ve uzun menzilli bombardıman uçaklarını geliştirmedeki başarısı Amerikalı yöneticilerin güvensizliğini artırmıştır. ABD, tarihinde ilk kez, ülke topraklarının kıta dışı bir devletin vurucu gücü içine girdiğine şahit olmuştu.

Bu durumun yarattığı endişe ortamında ABD Stratejik Hava Komutanlığı’nın karşılık verme kapasitesi bir Sovyet “sürpriz saldırısı”na karşı en etkili silahı oluşturmaktaydı. Ancak bunun etkili olabilmesi için düşmanın sürpriz saldırı yönünde yaptığı hazırlıkların önceden bilinmesi gerekiyordu. Aynı derecede önemli bir nokta verilecek karşılığın hangi düşman hedeflerine yöneltileceğiydi.

Bu nedenlerle, özellikle 1957 yılından sonra, ABD’nin yürüttüğü haberalma faaliyetleri hız kazanmış ve Sovyet topraklarının ayrıntılı ve güncel haritalarının çıkartılmasına başlanmıştır. Bunun da sonucu olarak, hava fotoğrafçılığı, Sovyet askeri faaliyetlerinin gözlenip dinlenmesi (uçak ve radarla) ABD’nin stratejik planlamasında büyük önem kazanmıştır. U-2 uçuşlarının nedeni ABD’nin savunması için gerekli olan bu bilgileri toplamaktı.

Uçağın Özellikleri; Lockheed uçak şirketi Amerikan hükümetine Sovyet savaş uçaklarının ve uçaksavar ateş menzilinin çok üstünde radara yakalanmadan uçabilecek bir uçak yaptı. U-2 olarak adlandırılan bu uçak bir füze gibi havalanabilmekte, 10 saniye içinde 300 metre yükselmekte, 30 bin metre yükseklikte uçabilmekte, güçsüz olarak 300 mil (495 km) süzülebilmekte ve yakıt almaksızın yedibuçuk saat (3000 mil - yaklaşık 5000 km) uçabilmekteydi. U-2’lar çok yüksekten net fotoğraf çekecek güçlü kameralarla donatılmıştı.

U-2’lerin denetimi; U-2 uçuşları, ABD başkanının yetkisi altında gerçekleştirilmiştir. Uçuşun harekat ve yönetimi ise, Amerikan Merkezi Haberalma Örgütü’nün (CIA) sorumluluğu altındaydı. Dönemin CIA Başkanı, Savunma ve Dışişleri Bakanlarının onaylarını aldıktam sonra, Başkan Eisenhower’a bir dizi uçuş programı önermiş ve uçuşlar 1956 yılında İngiltere, Almanya, Türkiye ve Japonya’dan başlamıştı.

Düşürülme; Dünya, U-2 olayını 3 Mayıs 1960’ta Nikita Khrushchev’in Sovyet hava sahasında bir Amerikan casus uçağının 1 Mayıs 1960’ta düşürüldüğünü açıklamasıyla öğrendi. ABD, bu uçağın casus uçak olmadığını, açık hava sağnaklarını inceleyen bir meteoroloji uçağı olduğunu açıkladı.

Khrushchev, 5 Mayıs 1960’ta verdiği ikinci demeçte, ABD ve SSCB arasında zirve toplantısı yapılacağı sırada, Sovyetler Birliği’ne karşı girişilen bu düşmanca hareketin söz konusu zirve toplantısını baltalamak amacını güttüğünü söylemiş ve Amerikan uçaklarına üslerinde faaliyet izni veren devletlere de uyarıda bulunacağını belirtmiştir. Ayrıca, herhangi bir saldırıya karşı Sovyetler Birliği’nin güdümlü füzelerle karşılık vereceğini ve bu saldırıda kullanılan üslerin de yerlebir edileceğini ifade etmiştir. (Bu sözler Türkiye’ye doğrudan bir tehdit niteliği taşıyordu.)

Bu noktaya kadar SSCB U-2 uçağının pilotunun sağ olduğunu gizli tutuyordu. Bu durumun açıklanması üzerine ABD uçağın Sovyetler Birliği hakkında bilgi toplayan bir casus uçak olduğunu kabullenmek zorunda kaldı. Uçağın pilotu Gary Powers’ın Moskova’da yapılan soruşturması sırasında yaptığı açıklamalar şu noktaları kapsamaktaydı:

1- Pilot CIA ile imzaladığı özel sözleşme uyarınca ABD’nin özel bir hava birliğinde çalışmaktaydı ve görevi Sovyetler’deki telsiz istasyonları, radar üsleri ve füzeler hakkında havadan bilgi toplamaktı.

2- Pilotun bağlı olduğu birlik 1956 tarihinden beri Türkiye’deki İncirlik Üssü’nde üslenmiş olup her yıl bir dizi haberalma uçuşlarına çıkmaktaydı.

3- Pilot, düşürüldüğü gün, görevinin Pakistan’dan Norveç’e doğru uçup bilgi toplamak olduğunu söylemişti.

Bu olaylar üzerine Türk hükümetince yapılan tek açıklamada, uçağın Peşaver’den Norveç’e uçtuğunun öğrenilmiş olduğuna göre Türkiye’nin bu olaydan sorumlu tutulamayacağı kaydedilmektedir.

Uçuşların yasaklanması;  ABD Başkanı Eisenhower, ABD’nin prestijine gölge düşüren ve soğuk savaşı hızlandıran bu olaydan sonra 25 Mayıs 1960’ta yaptığı bir açıklamada, U-2 uçuşlarının durdurulmasını emrettiğini söylemiştir. Ayrıca, bu uçuşların yararlı olmaktan çıktığını da belirterek “Kaldı ki, uçaktan başka yeni teknikler geliştirilmektedir” demiştir.

Bu konuda bir başka ilgi çekici nokta, Başkan Kennedy’nin de bu uçuşların uluslararası hukuka uygun olmadığını belirtmesi ve Sovyet hava sahasına giren Amerikan uçaklarının uçuşlarına son vermesidir (Kennedy’nin uçuşlara son vermesi U-2 Olayına karşın Başkan Eisenhower döneminde uçuşların devam ettiğini göstermektedir).

 

Sonuçlar

  • Soğuk Savaş hız kazanmıştır. ABD ve SSCB arasındaki gerginlik tırmanmıştır.
  • Ekim Füzeleri Bunalımına zemin hazırlanmıştır.
  • Amerika'nın Corona kod adlı uydu geliştirme projesi hız kazandı.
  • Türkiye, ABD’nin kendi toprakları üzerindeki üsleri yine kendisini tehlikeye atacak şekilde kullanabileceğini görmüş; bu konuda ABD ile yapılan temaslar ise sonuçsuz kalmıştır.
Esnek Karşılık Doktrini

Esnek karşılık doktrini, ABD'nin Kennedy döneminde gerçekleştirdiği daha sonra NATO'nun benimsediği savunma doktrinidir.Doktrin ABD'nin tam anlamıyla yaşamsal çıkarlarının sözkonusu olduğu durumlarda güvenliğini nükleer silahlarla koruyacağı, öteki durumlarda ise savunmanın geleneksel silahlarla yapılacağı anlayışına dayanıyordu. Kısacası, karşılaşılan silahlarının niteliğine göre yanıt verilecekti. Çünkü bir saldırıya kitlesel karşılık vermesi ABD'nin hareket serbestisini sınırlandıran bir durum haline gelmesiydi. Ayrıca Sovyetler Birliği'nin kıtalararası balistik füze sistemlerine sahip olmasıyla ABD'nin kendisi artık doğrudan Sovyet saldırısına açık bir hale gelmiştir. Bu durumda Avrupa'da muhtemel bir Sovyet saldırısında hemen nükleer güçle yanıt verilmesi halinde Amerikan toprakları da bir nükleer saldırı tehlikesi altında kalıyordu. Bu durumun ortaya çıkmaması için "esnek" bir strateji izlenmesi gerekiyordu.Esnek karşılık doktrininin en doğal sonucu NATO'nun kara kuvvetlerinde bir artışa ihtiyaç duymasıydı. Çünkü karada Sovyetleri dengelemek gerekiyordu. Yeni strateji sonucunda Avrupalı müttefikler arasında Amerikan nükleer gücünün kontrolü yüzünde istekler çıktı, anlaşmaya varılamaması sonucunda Batılı müttefikler arasındaki konsensüs bozuldu ve Fransa NATO'nun askeri kanadından çekildi.

Domuzlar Körfezi Çıkartması

Domuzlar Körfezi Çıkartması, 1961 yılında ABD´nin desteğini arkasına alan sürgün Kübalıların, Castro rejimini yıkmak için gerçekleştirdikleri başarısız işgal girişimi. Adını, çıkarmanın yapıldığı körfezden almıştır.

Nedeni ve başlangıcı; Kübalı devrimci Fidel Castro, ABD'nin desteklediği Batista diktatörlüğünü 1959'da devirdiği zaman, ülkedeki tüm kumarhane ve genelevleri kapattı, ekonomiyi millileştirdi. Bu, mafya ile çokuluslu ABD şirketlerini çok kârlı bir birliktelikten yoksun bıraktı.

ABD cephesinde ise, en iyi arkadaşı Bebe Rebozo ve diğerleri üzerinden mafyayla uzun zamandan beri bağlar kurmuş olan Başkan Yardımcısı Richard Nixon, CIA ile birlikte Castro'yu saf dışı bırakmak için gizli planlar yapmaya başladı. Bu işe, sonraki başkanın Nixon olacağı beklentisiyle, Eisenhower'dan habersiz girişilmişti. Nixon'ın yerine John Fitzgerald Kennedy (JFK) başkan seçilince, hakkında ciddi endişe duyduğu bir operasyon devraldı: Domuzlar Körfezi'nden Küba'yı işgal etmek.CIA, Castro'nun öldürülmesi için mafyayı kiralamıştı. Bunu hem CIA, hem de mafya canı gönülden istiyordu. Suikast, işgalle aynı anda olacaktı. Tetikçi, Castro'dan sonra Küba'yı yönetmek için seçilmiş JFK'nin desteklediği sekiz Kübalı göçmen liderden birisiydi. Fakat Nixon bu sekiz kişinin hepsini işgal girişimi sırasında tutukladı. Eğer işgal başarıya ulaşsaydı bu sekiz Kübalı öldürülecek ve yerlerine Nixon'un desteklediği Kübalılar geçecekti.

CIA tarafından eğitilmiş ve silahlandırılmış 2000 sürgün Kübalı 17 Nisan 1961´de Domuzlar Körfezi´ne çıkarma yapmaya başladı.

Sonuç; Çıkarma birlikleri Küba ordusu tarafından kolayca geri püskürtüldüler. İşgalcilerin hemen hepsi ya öldürüldü ya da esir edildi. Esir edilenler de vatana ihanet suçundan 30 yıl hapse çarptırıldı. Daha sonra ABD ile yapılan pazarlıklarla bu esirler 53 milyon dolarlık yiyecek ve ilaç yardımı karşılığında serbest bırakıldı.

Aslında, JFK de Castro´dan kurtulma arzusundaydı ancak bu iş için Amerikan kuvvetlerini değil, yalnızca Kübalı mültecileri kullanmak istiyordu. CIA, JFK'yi Amerikan ordusunu kullanmaya ikna edecek bir provokasyon yapabileceğini umdu. Fakat JFK inatla Amerikan silahlı kuvvetlerini bulaştırmayı reddedince, 1961 Nisanı'ndaki işgal harekâtı başarısız oldu. Belki de işgal her durumda başarılı olmayacaktı, 1500 kişilik işgal kuvvetinin eğitimi gibi, operasyonun güvenliği de zayıftı. Guantanamo'daki Amerikan üssünden başlatılması planlanan yanıltıcı saldırının yapılamamasının yanı sıra, CIA'nın öteki kozu olan, Castro'ya suikast da gerçekleşmedi.

Bu olay sonucunda CIA başkanı işten alındı, Küba ile ABD arasındaki uçurum iyice açıldı, Amerika tekrar dünyanın gözünde itibar kaybederken Castro bir kahraman olarak görülmeye başlandı.

CIA, kendisine yönelecek suçlamaları önlemek ve JFK'yi daha savaşçı bir tutuma zorlamak için, JFK'nin Küba'ya hava saldırısını iptal etmesinin Domuzlar Körfezi başarısızlığına yol açtığı yönünde propaganda kampanyası başlattı. Aslında, hava saldırısı kararı JFK'nin haberi olmadan alınmıştı. Tıpkı Eisenhower'ın benzer bir durumda yaptığı gibi, JFK de bütün sorumluluğu üstlendi.

JFK'nin ölümünden sonra da CIA'nın Castro ile savaşı sürdü. CIA, en azından 1987'ye kadar, Castro'yu öldürmek için iki düzineden fazla girişimde bulundu. Ayrıca, biyolojik savaş da dahil, Küba'da çok sayıda CIA sabotajı düzenlendi.

Domuzlar Körfezi'ne karışan Kübalılarin çoğu sonradan örgütlü suça yöneldi. Diğerleri, örtülü operasyonlarda CIA için çalışmayı sürdürdü. Elbette büyük bölümü ikisini bir arada yürüttü.

Aslında birçok kişi ve kurum tarafından planlanıp uygulamaya konulduğu halde (çıkarmanın fiyaskoyla sonuçlanmasından dolayı) tüm yükün dönemin ABD başkanı John F. Kennedy'e kalması üzerine başkan, siyasi tarihe geçen o ünlü sözünü sarfetmişti: "Zaferin yüz tane babası vardır; ancak hezimet yetimdir."

 

Ekim Füzeleri Bunalımı

Ekim Füzeleri Bunalımı, ABD’nin Türkiye’ye, SSCB’nin de Küba’ya nükleer başlıklı füze yerleştirmesi ile başlayan, Ekim 1962’de dönemin iki süper gücünü karşı karşıya getiren ve dünyayı nükleer savaş tehditi altında bırakan bunalımdır. Söz konusu bunalım “Küba Füzeleri Bunalımı” veya “Küba’da Ekim Füzeleri Bunalımı” olarak da bilinir.

 

Özellikleri; Ekim Füzeleri bunalımının en önemli özelliği, nükleer silahlara sahip iki süper gücün dünyada ilk kez doğrudan karşı karşıya gelmesidir. Bunalımın bir başka özelliği hem soğuk savaşın doruğunu hem de 1962 sonrasında yavaş yavaş ama kararlı bir tempoda yerleşmeye başlayan “yumuşama” (detente) olgusunun temelini oluşturmasıdır.

Nedenleri; Ekim Füzeleri bunalımının temelinde yatan asıl neden Amerikan Hükümetinin Fidel Castro rejimini devirmek istemesidir.Castro’nun 1959 yılında ABD’nin kontrolündeki Batista rejimini yıkarak iktidara gelmesi üzerine ABD önce Amerikan Devletleri Örgütü (OAS) bünyesinde Latin Amerika ülkelerinin ortak harekatıyla Castro rejimini yıkmayı denediyse de OAS üyeleri yalnızca Castro rejimini kötülemekle yetindiler. Daha sonra, ABD’ye kaçan Kübalı mültecilerin Amerikan hükümetinin yardım ve desteği ile Küba’yı işgal etmesini içeren bir plan yürürlüğe konduysa da mültecilerin “Domuzlar Körfezi Çıkartması'nda” başarısızlığa uğraması ABD’nin bu dolaylı müdahale girişimini sonuçsuz bıraktı.

Bunalımın bir diğer nedeni ise, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) ABD’nin gerek OAS bünyesinde gerekse Domuzlar Körfezi Çıkartması’nda yaşadığı başarısızlıktan yararlanması ve Küba’daki Castro rejimine destek olmaya başlamasıdır. SSCB, ihtiyaç duymamasına karşın Küba’nın şeker ihracatının büyük kısmını satın aldı ve Küba’ya olası bir Amerikan müdahalesine karşı güvence verdi.

Füzeler;  Amerika’ya ait bir U-2 casus uçağının (bknz. U-2 Olayı) 1 Mayıs 1960’ta düşürülmesiyle ABD-SSCB ilişkileri gerginleşirken Küba-SSCB dostluğu giderek sıkılaşıyordu. Bu sıcak ilişkilerin bir sonucu olarak 1962 sonbaharında Küba’ya Sovyet füzelerinin konuşlandırılmasına başlandı.

Bir görüşe göre, Küba bunalımının ortaya çıkardığı tehlike gerçek olmaktan çok görünüşteydi. Bu görüşe göre, füzelerin yerleştirilmesi dönemin SSCB lideri Nikita Khrushchev açısından becerikli bir soğuk savaş oyunuydu ve füzeler dönemin ABD Başkanı J. F. Kennedy zorladığı takdirde sökülmek üzere yerleştirilmişti. Ancak, sökme bedeli olarak Khrushchev bazı ödünler beklemekteydi: Küba’nın işgal edilmeyeceğine dair güvence SSCB toprakları yakınına yerleştirilmiş füzelerin sökülmesi.

Füzelerin yerleştirilme amacı ne olursa olsun Küba ile SSCB arasında gelişen bu ilişkiler ABD’yi bir müdahaleye doğru itmeye başladı. ABD Başkanı Kennedy 1962 yılı Ekim ayının hemen başında verdiği bir demeçte şu olasıklıkların gerçekleşmesi halinde Küba’ya müdahale edeceğini açıkladı: Küba’daki Amerikan Guantanamo Üssü, Panama Kanalı, öteki Latin Amerika ülkeleri veya kıtadaki Amerikalıların hayatları tehlikeye girerse; Cape Canaveral İstasyonu’na müdahale edilirse; SSCB’ Küba’da saldırgan üsler kurarsa.

Bunalım; ABD’de seçim mücadelesinin hızlandığı bir dönemde 16 Ekim 1962 günü dönemin ABD Savunma Bakanı Robert McNamara Küba’da füze üslerini belirleyen hava fotoğraflarını Başkan Kennedy’e gösterdi. Fotoğraflardan edinilen bilgiye göre, Sovyet füzeleri yerleştirilmeye başlanmıştı ama ateşlemeye hazır hale gelmeleri için bazı parçaların Küba’ya gelmesi gerekiyordu.

Kennedy teknik danışmanlarıyla uzun süren toplantılar yaptıktan sonra Küba’nın denizden abluka altına alınmasına karar verdi. ABD, abluka kararı konusunda Birleşmiş Milletler’e, OAS’a ve NATO’ya danışmadı ve sadece bu örgütleri kararından haberdar etmekle yetindi.

22 Ekim 1962 tarihinde abluka uygulanmaya başladı. Bu sırada, Atlantik Okyanusu’nda seyreden Sovyet gemileri Küba’ya yaklaşmaktaydı. Bu gemiler ablukaya uymadıkları takdirde batırılacaklardı. Khrushchev ilk tepki olarak saldırı değil savunma silahı taşıdığını söylediği gemilerin durması için emir vermeyeceğini açıkladı. Bu durum gerilimi daha da tırmandırdı.

Khrushchev, 27 Ekim 1962’de Kennedy’e gönderdiği mektupta, ABD’nin Türkiye’deki benzer füzeleri sökmesi halinde (ABD 1960 yılında Türkiye’ye Jüpiter füzeleri yerleştirmişti) SSCB’nin de Küba’dakileri sökeceğini, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına saygı göstereceğini, içişlerine karışmayacağını ve işgal etmeyeceğini belirtmiş ve Küba’daki füzelerin sökülmesinin karşılığı olarak ABD’nin de aynı güvenceleri Küba açısından vermesi gerektiğini eklemiştir.

Başkan Kenedy ise aynı tarihli cevabi mektubunda, Kübadaki füzeler söküldüğü taktirde Küba’ya karşı uygulanan ablukaya son verileceğini ve Küba’yı işgal etmeyeceği güvencesini verebileceğini kaydetmiş ancak Türkiye’deki füzelerin sökülmesi konusunda kesin bir güvence vermekten kaçınarak “Dünyadaki gerginliklerin yumuşaması, mektubunuzda belirttiğiniz öteki silahlarla ilgili olarak daha geniş bir düzenlemeye gidebilmemize olanak sağlayabilir” demiştir.

ABD Başkanı Kennedy kısa vadeli tedbirlerle uzun süreli tedbirleri birbirinden ayırmaktaydı. Kennedy için önemli olan ABD’ye yönelik tehditin ortadan kaldırılmasıydı. Jüpiterler ise daha sonra ele alınacak bir düzenleme içinde düşünülebilirdi.

ABD’ye göre pazarlık unsurları da birbirine uymamaktaydı. Bir yanda birdenbire Küba’ya yerleştirilen füzeler öte yanda çok önce yerleştirilmiş bulunan ve yerleştirildikleri anda SSCB’nin tepkisiyle karşılaşmadığı için üstü kapalı olarak kabul edilmiş füzeler bulunuyordu.

Khrushchev 28 Ekim 1962’da Kennedy’e ikinci bir mektup yazmıştır. Bu mektupta Türkiye’deki Jüpiter füzelerinden hiç bahsedilmemiş ve Kennedy’nin önerilerine sıcak bakıldığı vurgulanmıştır. Kennedy, aynı gün Khrushchev’e bir mektup göndermiş ve sağduyulu kararından dolayı kendisini tebrik etmiştir.

28 Ekim 1962 tarihli mektuplar ve ABD’nin Küba’ya uygulanan ablukayı kaldırmasıyla bunalım atlatılmış oldu.

Khrushchev’in füzeleri sökme kararı NATO’da da rahatlama yaşanmasına neden oldu. Çünkü, 28 Ekim 1962 tarihli NATO Konseyi toplantısında ABD Küba’yı işgal hareketine girişirse Türkiye’nin Sovyet işgaline uğrayabileceği ve NATO’nun savaşa sürüklenebileceğine değinilmişti. NATO Konseyi’ndeki bazı delegeler ABD’den Küba’yı işgal etmeme garantisi istemiş, ABD delegesi ise bu güvenceyi vermekten kaçınmıştı.

 

 

Sonuçları

  • Ekim Füzeleri bunalımı, biraz da çelişkili olarak, soğuk savaşın doruk noktasına vardığı bir dönemde “yumuşama” ve “görüşme” havası yaratmıştır. Nükleer savaşın eşiğine gelindiğini anlayan taraflar, bu bunalımdan sonra daha temkinli olacaklardır. (Örneğin ABD Türkiye’deki Jüpiter füzelerini tek taraflı bir kararla sökmeye başlamıştır.)
  • NATO üyeleri, daha doğrusu NATO’nun Avrupa kanadı, böyle büyük bir bunalımda (kendilerini de tehikeye atan bir durum olsa dahi) görüşlerinin alınmayacağını, ABD’nin tek başına hareket edeceğini anlamışlardır.
  • SSCB’de Khrushchev serüvencilik suçlamasıyla iktidardan düşürüldü.
  • Ekim Füzeleri bunalımı, o dönemki iki kutuplu dünya düzeninde, blokları oluşturan devler arasındaki ilişkileri de etkiledi. Doğu Bloku içinde Çin-Sovyet anlaşmazlığı açığa çıktı. Pekin, Moskova’yı “devrimci davaya ihanetle” suçladı. Moskova Pekin’i serüvencilikle itham etti. Batı Bloku’nda Fransa iki süper devlet arasında denge kuracak bir “Batı Avrupa Koalisyonu” girişimi başlattı ve ABD ile ilişkilerini gevşetme yönünde önemli adımlar atarak kendi nükleer programnı başlatttı.
  • ABD ve SSCB Ekim Füzeleri bunalımından sora nükleer silahların yayılmasını önlemek için Moskova’da 5 Temmuz 1963’te “Nükleer Silah Denemelerinin Kısmi Yasaklanması Anlaşması”nı imzaladılar. (Bu anlaşma atmosferde, uzayda ve denizaltında nükleer denemeleri yasaklıyor ancak toprak altındaki nükleer denemelere izin veriyordu.)
  • Ekim Füzeleri bunalımı, bölgesel bir çatışmada geleneksel (klasik) silahların önemini artırmıştır.
  • Herhangi bir bunalım sırasında Washington ve Moskova arasında doğrudan bir haberleşme hattının kurulması gerekliliği ortaya çıkmıştır. İki başkent arasında anında haberleşmeyi sağlayacak telefon hattı (hotline) kurulmuştur.
  • Türkiye iki süper güç arasında sıkıştığını farketmiş ve coğrafi konumu ile ABD`ye olan yakınlığının kendisi açısından olumsuz sonuçları olabileceğini görmüştür.

 

Berlin Duvarı

 

Berlin Duvarı (Almanca:Berliner Mauer) Doğu Almanya vatandaşlarının Batı Almanya´ya kaçmalarını önlemek için Doğu Alman meclisinin kararı ile 12 Ağustos 1961 yılında yapımına başlanan 46 km uzunluğundaki duvar. 9 Kasım 1989'da Doğu Almanya'nın, isteyen vatandaşlarin Batı'ya gidebileceğini açıklamasının ardından yıkıldı.

Yapılışı; 2. Dünya Savaşı´nın bitiminde savaşı kaybeden Almanya ve başkenti Berlin işgal kuvvetlerice Amerikan, Fransız, İngiliz ve Sovyet bölgesi olarak 4'e bölündü. Kısa süre sonra Batı ittifakı benzer şekilde olan yönetim birimlerini birleştirdi ve tek bir yönetim bölümüne dönüştü. Sovyetler ise bu birleşmeye karşı çıktı.

Batılı işgal kuvvetleri Versailles'ten ders almış ve Almanya´yı tekrar inşaya girişmişken Sovyetler intikam duygusuyla hareket etti ve Doğu Almanya´daki Almanları cezalandırmaya girişti. Ekonomisi çok kötü, siyasi yönetimi aşırı otoriter olan Doğu Almanya'dan Batı'ya kaçışlar başlamıştı. Sovyetlerden kaçış büyük ölçüde Berlin'den gerçekleşiyordu. Zamanla tel örgü ve mevzuat değişiklikleri de batıya kaçışı engelleyemez duruma gelmişti. Sovyetler, Batı Berlin'i Sovyetlerin içinde bir fesat yuvası, kapitalizmin kalesi, karşı propaganda merkezi olarak gördüğü için Berlin Duvarı'nı örmeyi çözüm olarak benimsedi. Duvarın kendisi 1961'de kurulmuştur ancak Doğu ile Batı Almanya arasındaki katı sınır daha 1952'de çizilmişti. Amaç, sistemin ihtiyaç duydugu ama sisteme ihtiyaç duymayan eğitimli ve genç insanların kaçmasını engellemekti. Ancak yalnizca Berlin metrosu yoluyla 1955 yılına kadar 1950'lerin başında büyük bir ekonomik büyüme yakalayan Batı Almanya'ya 270.000 insan kaçmıştır. Berlin Duvarı bunun üzerine dönemin SED lideri Walter Ulbricht'in bir şeyler yapılması gerektiği konusunda Sovyet liderlerine danışması ve onaylarını alması sonucu kurulmuştur.

Duvar Doğu Almanya’nın gittikçe daha da kötüleşen ekonomisine ek olarak, genç ve eğitimli kesimin de Batı Berlin’e sürekli geçiş yapmasıyla (1949-1961 yılları arasında sayıları 2.6 milyonu bulmuştur), Doğu Almanya meclisinin kararıyla 12-13 Ağustos 1961’de bir gecede örülmüştür. Planları tamamiyle gizlilik içinde gerçekleşmiştir. Öyle ki SED genel sekreteri Walter Ulbricht’in 15 Haziran 1961’de, Doğu Berlin’deki bir konferansta Batı Berlinli muhabir Annamarie Doherr’in sorusuna verdiği yanıtta geçen “Niemand hat die Absicht, eine Mauer zu errichten” (kimsenin bir duvar inşa etmeye niyeti yok) cümlesi bunun açık kanıtıdır. Duvarın ilk oluşturulan hali geçişleri engellemeyince yükseltilmiş mayın tarlaları köpekli askerler gözcü kuleleriyle geçiş tamamen engellenmiştir.

1961 yılında Berlin Duvarı'nın yerine önce tel örgu çekildi. Daha sonra bu örgünün yerine bugün bilinen Berlin Duvarı inşa edildi ve bu tel örgü duvarın üstüne tekrar çekildi. Doğu ve Batı Berlin'in arasındaki bu duvar, aslında biri 3.5 digeri 4.5 metrelik iki çelik parçadan oluşuyordu. Doğu tarafına bakan duvar kaçmaya yeltenecek insanların kolay görünmesi için beyaza boyanmıştı. Buna karşılık Batı Almanya'ya bakan taraf ise grafiti ve çizimlerle doluydu. Doğu kısmında duvar boyunca yerde çelik kapanlar ve mayın tarlaları bulunuyordu; her iki tarafa da yüksek gözetleme kuleleri ve lambalar konmuştu. Doğu tarafında motorsikletli ve yaya polisler ve köpekler de kontrol halindeydi. Tüm bu kontrol ve gözetlemelere rağmen, yaklaşık 5000 kişi tüneller, evde yaptıkları balonlar ve bunun gibi yollarla, Dogu'dan Bati'ya kaçmayı başardı.

 

68 Kuşağı

1960'lı yılların içinde bulunduğu ve tüm dünyada esen özgürlük akımından ve savaş karşıtlığından etkilenmiş sol görüşlü 60 gençliğinin oluşturduğu bir akım olarak bilinir.

Aynı dönemde kapitalist birçok ülkede ve özellikle Amerika'da sisteme aykırı hareketleriyle ön plana çıkan Hippiler gibi özgürlükçü ve antimilitarist akımlar oluşmuştu. Amerikadaki 60 kuşağının en önemli hareketi o zaman Amerika'nın yürüttüğü Vietnam Savaşı'na karşı yaptıkları protestolardı ve hem Amerika'nın verdiği kayıpların aşırı artması hem de hippiler ile birlikte tüm Amerikada ve dünyada yayılan savaş ve Amerikan karşıtı gösteriler sayesinde Amerika Savaşı sonuçlandırmadan geri çekilmek zorunda kalmıştı.Ayrıca Amerika'da 68 kuşağı,2. dünya Savaşı'nı görmeyip onun etkisini hissetmeyen savaştan sonraki ilk nesildir.

Bu yüzden Amerika'da bu jenerasyonun döneminde lüks malların tüketimi(büyük amerikan arabaları) ve doğum oranlarında patlama görülmüştür.Bu kuşağa bu özelliği nedeniyle 'baby boom generation' denilmektedir.68 kuşağını başlatan olayların ilki Fransa'daki Sourbonue Üniversitesi'nde meydana gelen öğrenci isyanıdır.Ayrıca Latin Amerikalı devrimci E.Che Guevera'nın 1967 yılında Bolivya dağlarında yakalanarak öldürülmesi de bu olayların başlangıcına neden olarak gösterilebilir.

 

Prag Baharı

Prag Baharı, (Çekçe: Pražské jaro, Slovakça: Pražská jar) 1968 yılının 5 Ocak gününde başlayan ve Çekoslavakya'nın politik olarak liberalleşmeye çalıştğı bir dönemdir. Alexander Dubček'in iktidara gelmesi ile baslayip aynı yılın 20 Ağustosunda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve Varşova Paktı müttefiklerinin (Romanya hariç) ülkeyi işgal etmesi ile sona ermiştir.1960'ların başından başlayarak Çekoslavak Sosyalist Cumhuriyeti ekonomik olarak darboğaza girmeye başladı. 1968 yılının baında Antonín Novotný'nin Çekoslavak Komünist Partisi'nin kontrolünü Alexander Dubček'e kaptırdı. 22 Mart 1968 günü Novotný koltuğunu Ludvik Svoboda'ya bırakarak emekli oldu.Nisan ayında Dubček liberalleşme politikasının ilk adımlarını attı. Bu politika basının özgürleştirilmesi, tüketim maddelerine önem verilmesi, hatta daha demokratik çok partili bir hükümet kurulması gibi değişik ve önemli düzenlemeler içeriyordu. Bu politikanın sonunda federal bir anayasa yazılarak Çekoslavak Sosyalist Cumhuriyeti'nin eşit iki ulusa bölünmesi tasarlanmıştı.Haziran sonlarına doğru başlayan Sovyet ve Varşova Paktına bağlı müttefik devlet askerlerinin Çekoslavakya'ya girme hareketleri, Ağustos aynda yapılan müzakerelerden bir sonuç alınamayınca Çekoslavakya'nın 20-21 Ağustos günü işgal edilmesi ile sona erdi. İşgal sırasında 5 000 - 7 000 civarında tank ve sayısı 200 000 - 600 000 arasında değişen asker Çekoslavakya'ya girdi. Çatismalar sırasında 72 Çekoslavakyalı öldü ve yüzlercesi yaralandı. İşgalin sonucu olarak yaklaşık 300 000 civarında insan Batı ülkelerine göç etti.

 

1970’ler:

Çin-Sovyet Ayrılığı

Çin-Sovyet Ayrılığı, Çin Halk Cumhuriyeti ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği arasında yaşanan ciddi bir diplomatik ayrılıktır. 1950'lerin sonunda başlamış, 1969'da zirveye ulaşmış ve farklı yollarla 1980'lerin sonuna kadar sürmüştür. Sorun Çin'in 500 milyon köylüyü kapsayan bir toprak reformu gerçekleştirmeyi düşünmesi ve bu reformla sosyalizmi tam olrak tamamlayacağını dolayısıyla artık Sosyalist liderinin Sovyetler değilde Çin olması gerektiğini iddia ediyordu.Sovyetlerde ise Kruşcev sosyalizm basamaklarını sovyetlerin çoktan tamamladığını iddia ediyordu.Kruşcev iddiasını desteklemek için Doğu Avrupa ülkelerine bazı imtiyazlar vermiş ve yakın zamanda başlayacak olan çok merkezlilik döneminde Doğu Avrupa'nında faal bir güç olarak katılımını sağlamış oldu. Sorun Gorbaçov işbaşına gelene kadar devam etti ve bu dönemde çözüldü. Bu ayrılık, uluslararası Komunist akımlarda da paralel etkilere sebep olmuştur, fakat asıl çıkış sebebi iki ülkenin Komunizme farklı yaklaşımları değil, sadece milli çıkarlarının çatışmasıdır.

 

SALT Anlaşmaları

SALT-I Anlaşması, Soğuk Savaş sırasında SSCB ile ABD arasında imzalanan nükleer silahların kontrolü konusunda bir antlaşmadır.

17 Kasım 1969'da, SSCB ile ABD arasında başlayan Stratejik Silahların Sınırlandırılması (SALT) görüşmeleri iki buçuk yıl kadar sürdü. Bu süre içinde tartışmaların ağırlık noktasını, "Stratejik Füzeler" denen, kıtalararası balistik füzeler ile denizaltılardan atılan balistik füzeler (SLBM) teşkil etti. Bunlara saldırgan füzeler denilmekteydi ve bilhassa kıtalararası füzeler (ICBM) içinde MIRV denen çok başlıklı ve her nükleer başlığın aynı hedefe yöneltilebildiği füzeler vardı. Bu saldırgan füzeler konusunda kesin bir antlaşma yapılmayıp, ancak bir "geçici" antlaşma gerçekleştirilebildi. Buna karşılık, füze-savar füzeler denen savunma füzelerinin sınırlandırılmasında kesin bir antlaşmaya varılabildi.

Bu iki çeşit füzeleri kapsayan SALT-I Antlaşması, 26 Mayıs 1972'de Moskova'da ABD başkanı Richard Nixon ile Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Leonid Brejhnev arasında imzalandı.

Füzesavar füzeler konusundaki anlaşmaya göre; taraflar, kendi başkentlerinin 150 kilometrelik bir alanı içinde 100 adetten fazla füzesavar füzeye sahip olmayacaklardır. Keza, bu füzelerle ilgili radarların sayısı da iki büyük ve 8 küçük radar olarak sınırlandırılacaktır. Süresiz olan 16 maddelik bu anlaşmaya göre, taraflar, başka devletlere bu füzelerden vermeyecekleri gibi, başka ülkelerde bu füzelerin rampalarından kurmayacaklardır.

Saldırgan olarak ifade edilen kıtalararası füzeler (ICBM ve SLBM) konusunda ise, beş yıl süreli 8 maddelik bir "geçici anlaşma" imzalanmıştır. Bu anlaşma ile taraflar, 1 Temmuz 1972'den itibaren, yeni kıtalararası füze yapmamayı taahhüt ediyorlardı. Bununla birlikte, bu füzelerin de kesin olarak sınırlandırılması hususunda bir anlaşma yapmak için müzakerelere aktif olarak devam edeceklerdi.

Geçici Anlaşma'ya ek olarak imzalanan bir protokol ise, denizaltılardan atılan füzelere bir sayı sınırlaması getiriyordu. Buna göre de, ABD 44 füze denizaltısından ve bu denizaltılarda 710 balistik füze rampasından fazlasına; Sovyet Rusya ise, 62 füze denizaltısından ve bu denizaltılarda 950 füze rampasından fazlasına sahip olamayacaktı. Aslında Amerika aleyhine olan bu farklılık, Amerika'nın kendi denizaltılarının ve kıtalararası füzelerinin teknolojik üstünlüğüne güvenmesinden ileri gelmekteydi.

Füzesavar füzelerde anlaşmanın kolay yapılmasının ve bu füzelerin sadece başkentlere inhisar ettirilmesinin sebebi, ABM sisteminin çok karmaşık ve pahalı olmasından ve ayrıca saldırgan füzeleri havada yakalama yeteneğinin de çok fazla olmamasından ileri gelmekteydi.

SALT-I Antlaşması, Amerika ile Sovyet Rusya arasındaki münasebetlerde gerçekten bir dönüm noktası olmuştur denebilir. Şüphesiz bu iki süper-devlet arasında birçok konularda görüş ayrılıkları ve zaman zaman çatışmalar bundan sonra da devam etmiştir. Ne var ki, her ikisinin de bu anlaşmazlıklara, görüş ayrılıklarına ve hatta çatışmalara yaklaşımları, bunları şiddetlendirmek değil, aksine gerginliklere sebep olmadan çözümlemek, buhranları kontrol altına almak şeklinde olacaktır. Nitekim, Amerika ve Sovyet Rusya, SALT-I Antlaşmasını imzaladıktan üç gün sonra, 29 Mayıs 1972'de Moskova'da imzaladıkları protokol ile iki ülke arasındaki temel ilkeleri tesbit ve ilan etmişlerdir.

“12 ilkeyi ihtiva eden bu belgeye göre, her iki taraf, nükleer cağda barış içinde bir arada yasamadan başka alternatif olmadığını kabul ederek, aralarındaki münasebetlerin tehlikeli boyutlara varmasını önlemeye; birbirleri aleyhine avantaj sağlamamaya; karşılıklı çıkarları konusunda birbirlerine devamlı temas halinde olmaya; stratejik silahlar da dahil olmak üzere tam ve genel bir silahsızlanma için çaba harcamaya; aralarında ticari ve ekonomik, teknik ve teknolojik işbirliğini arttırmaya; kültürel münasebetlerini geliştirmeye; dünya meselelerinde birbirinden daha üstün bir durum elde etmemeye ve bütün devletlerin egemen eşitliğine saygı göstermeye çalışacaklardı. "

SALT-II Anlaşması, Soğuk Savaş sırasında SSCB ile ABD arasında imzalanan nükleer silahların kontrolü anlaşması. 21 Kasım 1972'de Cenevre'de başlayan SALT-II görüşmeleri, oldukça zor dönemlerden ve tartışmalardan geçtikten sonra 18 Haziran 1979'da Viyana'da Jimmy Carter ile Leonid Brejnev arasında imzalandı.

SALT-I'in devamı ve tamamlayıcısı olan SALT-II anlaşmasında hem ABD hem de Sovyetler Birliği, 1 Kasım 1978 tarihi itibarıyla sahip bulundukları bütün stratejik füzelerle, uzun menzilli yani stratejik bombardıman uçaklarının miktarlarını bir memorandumda ortaya koydular. Stratejik uçaklarda birinci planda gelenler, Amerika için B-52 ve B-1 uçakları ile, Sovyetler için Backfıre denen Tu 22 M ağır bombardıman uçakları idi. Diğer taraftan tüm bu antlaşması, hem kıtalararası füzelerin (ICBM), hem denizaltılardan atılan füzelerin (SLBM) ve hem de çok başlıklı olup her başlığın bağımsız olarak ayrı hedefe gidebildiği füzelerin (MIRV) tarifleri yapılmış, özellikleri belirtilmiş ve her çeşit füzenin de miktar sınırlaması yapılmıştır.

SALT-II Anlaşmaları, 1922 Washington ve 1930 Londra deniz silahsızlanmaları anlaşmalarından ile SALT-I Anlaşması'ndan beri, son 50 yıl içinde gerçekleştirilmiş ilk silahsızlanma anlaşması idi. Asıl önemli tarafı ise, stratejik ve dolayısıyla uzun menzilli nükleer silahlan sınırlaması idi. Fakat, SALT-II Antlaşması yürürlüğe giremedi. SALT-II Amerikan kamu oyunda ağır tenkitlere uğradı. Bu tenkitler gerek Kongre'den ve gerekse uzman çevrelerden gelmekteydi. Bu tenkit ve gelişmeler sonunda, Amerika, stratejik üstünlüğü Sovyetlere kaptırdı. Gelişmeler öyle bir duruma geldi ki, Kongre'nin SALT-II'yi tasdik etmesi şüpheli bir görünüm kazandı. Bu sırada, Sovyetler bir hata yaptılar ve 1979 Aralık ayı sonundan itibaren Afganistan'ı işgal etmeye başladılar. İşgal hadisesi üzerine, Amerika SALT-II Antlaşmasını tasdik etmekten vazgeçti. Çünkü Afganistan'ın Sovyetler tarafından işgali, Orta Doğu'da, en az stratejik silahlar anlaşması kadar önemli bir stratejik değişiklik yapmaktaydı. Kaldı ki, Sovyetlerin Afganistan'ı işgali Amerikan kamuoyunda, detant ve silahsızlanma konusunda Sovyetler'in samimi olmadığı ve yumuşamayı kendi yayılma ve genişleme tasarıları için müsait bir fırsat olarak gördüğü şeklinde değerlendirildi. Netice olarak, SALT-II doğmadan değil, ama doğduktan biraz sonra, çok kısa bir ömürle sona erdi. SALT-II Antlaşması, Amerikan kongresi tarafından onaylanmayınca, yürürlüğe konulamadı. Bununla birlikte, iki ülke arasındaki görüşmeler 1982 yılından itibaren tekrar gündeme geldi. Bu sırada nükleer silahsızlanma konusunda Helsinki'de de benzer görüşmeler başlatıldı.

Nixon'ın Çin Ziyareti

Nixon'ın Çin ziyareti, Soğuk Savaş döneminde, ABD ile Çin arasındaki ilişkilerin normale dönmesi için atılan ilk resmi adımdır. 1972 yılında gerçekleşmiştir. İlk kez bir ABD Başkanı Çin Halk Cumhuriyeti'ni ziyaret etmiştir.ABD Başkanı Richard Nixon, 21 Şubat'tan 28 Şubat'a kadar Pekin, Hangzhou ve Şangay'ı gezmiştir.

1973 Şili Darbesi

1973 Şili Darbesi, 11 Eylül 1973'te sosyalist başkan Salvador Allende'nin devrilip General Pinochet'in iktidara geldiği askeri darbedir. ABD'nin onayı ve desteği ile yapılan bu darbeyle dünyanın seçimle başa gelmiş ilk sosyalist hükümeti devrilmiş ve yerine 17 yıl sürecek bir diktatörlük kurulmuştur.

Şili'de Allende Dönemi; Salvador Allende, 1970 başkanlık seçimlerinde oyların %36.3'ünü alarak Şili 'nin başkanı oldu. Başkan olduktan sonra geniş çaplı reformlara girişti. Bu reformlardan en önemlileri olan endüstrilerin (özellikle bakır endüstrilerinin) devletleştirilmesi ve toprakların yeniden dağıtılması; Şili'deki toprak sahipleri ve diğer zenginlerin tepkisini çekti.

Allende'nin ekonomik reformları, ilk yılında çok başarılı oldu ve Şili ekonomisi 8.6% büyüdü. Ancak bu başarı ertesi sene devam etmedi ve 1972'deki 140%'lık enflasyon yıkıcı sonuçlar doğurdu. Yiyecek sıkıntısı başgösterdi ve karaborsacılık yaygınlaştı. 1971 ve 1972 yılları boyunca bakır fiyatlarının düşmesi, ihracatının neredeyse tamamı bakır olan Şili ekonomisine ağır bir darbe daha vurdu.

1971'de Küba devlet başkanı Fidel Castro, Şili'yi ziyaret etti. 4 hafta süren bu ziyaret, başta Amerika olmak üzere birçok kapitalist çevrelerde Şili'nin Küba gibi olacağı korkusunu güçlendirdi.

Kötüleyen ekonomik göstergelere rağmen 1973 seçimlerinden Allende güçlenerek çıktı ve oyunu % 43'e çıkardı. Fakat rakipleri muhafazakarlar, milliyetçiler ve Hristiyan demokratlar birleşerek Demokrartik Koalisyon'u kurdular. 1973'de Allende ile muhalefet arasındaki çekişme, Şili'de birçok siyasi krize yol açtı.22 Ağustos 1973'de Hristiyan demokratlar ile muhafazkarların kontrolündeki Şili Meclisi, Şili Demokrasi'sinin kırılmakta olduğunun bildirgesi adlı kararı kabul etti. Meclisin aldığı kararda Allende'nin anayasayı delmekte olduğu iddia ediliyor ve Allende bir diktatörlük kurmaya çalışmakla suçlanıyordu. Sorunu çözmek ve demokrasiyi yeniden işler kılmak için ordunun yönetime el koyması isteniyordu. Allende, iki gün sonra verdiği cevapta bu kararı alanların "ülkenin dışarıdaki itibarını bozmak ve iç karışıklıklar çıkarmak" amacında olduğunu söyledi.

Darbe; 11 Eylül 1973'de General Pinochet önderliğindeki silahlı kuvvetler yönetime el koydu. Önce Şili hava kuvvetleri başkanlık sarayı La Moneda'yı bombaladı, daha sonra ise kara birlikleri saraya girdi. Darbe sırasında başkan Allende öldü. Darbeyi yapan cunta tarafından intihar ettiği açıklanmış olsada ölümü hakkında tartışmalar sürmektedir.Darbenin ardında Şili kara kuvvetleri komutanı ve darbecilerin başı Augusto Pinochet devlet başkanı ilan edildi. Böylece Şili'de Pinochet'in 1990 yılında iktidardan ayrılmasına kadar sürecek olan diktatörlük dönemi başladı.

Amerika'nın Rolü; ABD Hükümeti 17 Eylül 1970 tarihli bu belge ile amacı Salvador Allende'yi devirmek olan FUBELT projesini başlatıyor. Washington'daki Amerikan yönetimi, Salvador Allende yönetiminin iktidara gelmesinden hiçbir zaman memnun olmamıştı. Allende'nin Amerikan şirketlerinin elinde olan bakır endüstrisini devletleştirmesi bu memnunsuzluğu daha da arttırdı. ABD başkanı Nixon'un ulusal güvenlik danışmanı Henry Kissinger'in 5 Kasım 1970 tarihinde raporunda Allende'nin iktidara gelmesi "bu yarımkürede karşılaştığımız en büyük sorunlardan biri" olarak tanımlanıyordu.

 Bu sebeple Amerika, Allende'yi devirmek için çalışmalar yapmıştır.1970ler boyunca CIA, Allende'nin rakiplerini mali yardım yapmak suretiyle desteklemiş ve Allende'nin seçilmesini engellemek istemiştir. Bunu başaramayınca da askeri darbe ile Allende'nin yönetiminden kurtulmaya çalışmıştır. 16 Ekim 1970 tarihli CIA raporunda[2] Şili'de darbe yapılması için çalışmalara başlanması emrediliyordu.

Amerika Birleşik Devletleri, 1964-1970 yılları arasında Şili'ye yaklaşık 1 milyar $'lık ekonomik yardım yapmıştı. 1970'de Allende'nin başa gelmesiyle bu yardımlar kesilmiştir.  72-73 yıllarında bakır fiyatlarının düşmesiyle bu yardımların kesilmesi birleşince Şili ekonomisinde büyük sorunlar başgöstermişti.

9 Ekim 1973'de Nixon ile danışmanı Kissinger arasında telefon görüşmesinde Nixon, darbenin başarıya ulaşmış olmasındaki mutluluğu dile getiriyor ve "darbenin başarılı olması için gerekli koşulları yarattıklarını" söylüyordu.

Allende’nin ardından ABD başkanı Nixon'un ulusal güvenlik danışmanı, daha sonra dışişleri bakanı Henry Kissinger şöyle demiştir; Ülkesinin insanlarının sorumsuzluğu yüzünden bir ülkenin komünist olmasına seyirci kalamayız. Meseleler, Şilili seçmenlerin kararına bırakılamayacak kadar önemlidir."

Angola İç Savaşı

Angola İç Savaşı yeni bağımsızlığını kazanmış olan Angola'nın Portekiz himayesinden Nisan 1974'te çıkmasından sonra oluşmuş bir ihtilaftır. Afrika'nın en uzun süren anlaşmazlığıdır. 2002 yılında resmen biten ve 27 yıl süren savaş, bitene kadar 500,000 insanın ölümüne ve binlerce insanın da göçüne sebep olmuştur.Soğuk Savaş'ın üçüncü dünya ülkelerindeki en büyük yansıması olarak görülen bu savaşta üç taraf vardır:

Angola İşçi Partisi (MPLA), tabanı Kimbundu ve Luanda melezlerinden gelir, Sovyetler Birliği ve Doğu Bloğu ile bağlantıları vardır.

Angola Ulusal Bağımsızlık Cephesi (FNLA), etnik kökeni Bakongo olmakla birlikte ABD, Çin ve Zaire'deki Mobutu rejimi ile bağlatılıydılar.

Angola'nın Tam Bağımsızlığı İçin Ulusal Birlik (UNITA), Jonas Savimbi önderliğinde Ovimbundu bölgesi merkezli idiler. ABD, Güney Afrika'daki apartheid yanlısı yönetim ve birçok Afrikalı liderin desteğini alıyorlardı.

Üçüncü Çinhindi Savaşı

Üçüncü Çinhindi Savaşı, veya Çin-Vietnam Savaşı, 1979'da Çin ile Vietnam arasında yaşanan, kısa ama kanlı bir sınır savaşıdır.Vietnam'ın genişleme stratejisi sonucu Kamboçya'yı ele geçirerek, bölgedeki Çin etkisini sona erdirmesi, Çin'in güçlü saldırısına sebep oldu. Kuzey Vietnam'a giren Çin askerleri, 1 ay sonra geri çekildi.

 

 
YEREL SAAT  
   
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol