Gerçek rock müzik 4 şeyden oluşur. Bir gitar, bir piyano, iki nefes mide yangısı, bir tutam yankı...*
Bir gitar. İstanbul Alibeyköy'de terminalde oturmuş otobüsümün gelmesini bekliyordum. İstabul'u sevmiyorum ki ben. Terminalini bile. Nasıl bütün barlar tam ben çıkarken en sevdiğim şarkıyı çalmaya başlayıp benle dalga geçiyorsa işte öyle dalga geçiyor benle İstanbul. Havasıyla. Pazar akşamı dönmenin zor olduğunu söylemişlerdi oysa. Neden biletimi pazar akşamına aldım?. Otobüslerin dar Alibeyköy sokaklarında manevra yapamadıklarını görmedim mi, gelişimde, bir taksiye çarpıp, o taksiyi darmadağın edişini.
Burada çalışan insanlar o akşam çok yoruluyorlardı. "Nerede kaldı bizim otobüs?" diye sorup duran ve en az 5 çeyrek saattir orada bekleyen yolcu adaylarından değil -onları baştan savması kolaydı- gelen otobüslerin sunumunu yapmaktan, yolcuları yerleştirmekten, yenisine yer açmaktan. Kulaklarımda "Last Night I Dreamt That Somebody Loved Me" vardı ama sesini biraz kısmış, Ankaraaa diye seslenecek otobüsü beklemeye koyulmuştum.
Bir piyano. Ankara. Daha dün, tam Nedjima'dan çıkarken Bon Jovi çalmaya başladı. Always. Geri dönmek için tereddüt etmedim mi! Eski yerime oturup bir 50lik daha söyleyip ağlamak isterdim belki. İsterdim. Orada olmayan adam için. Onun yerine gecenin boş sokaklarında yürüdüm. Sokakların gecelere ait olduğuna inanıyordum. Ve hiç bir şeyin bana ait olmadığına. Çünkü o gün terminalde otururken gelmişti o. Küçük bir valizi vardı. Omzuna Nikon marka fotograf makinesinin çantasını asmıştı. Elinde yedek flashlar vardı ve fotograf makinesinin diğer düzenekleri. Kahverengi saçları uzundu ve çerçevesiz bir gözlük takıyordu. Bileğine bir deri dolamıştı. Siyah bir pantolonla siyah bir kazak giyinmişti. Ortamın karmaşasından rahatsız olmuş görünmüyordu hiç. Sakin sakin yanımda oturuyordu.
Benim hayal gücüm çalışmaya başlamıştı işte. Bu çocuk bir fotografçıydı. Başka bir şehire profosyonel çekimler için gidiyordu. Belki de Ankaraya ? Ne kendini bilmezin tekiymişim. Ankara'ya gidecek olsa, tek bayan yanı olan benim yanıma oturur muydu ? Uzun yolculukta sohbet eder miydik ? Fotograflar ...
İki nefes mide yangısı. Biliyor musun? İstanbul'dan nefret ediyorum. Ama o terminalde sonsunza kadar kalabilirdim. Eğer olacakları değiştirmeye yetecek olsaydı bu. Konuşmak isterdim. Dinle, fotografçı çocuk, hayat aslında insanların yorumudur. Bir insan hayatının boş ve anlamsız olduğuna inanıyorsa, gerçekten de onun hayatı boş ve anlamsızdır. Bir insan dünyaya mutlu olmak için geldiğini düşünüyorsa o insan dünyaya mutlu olmak için gelmiştir. Bir insan allahın varlığına gerçekten inanıyorsa allah gerçekten vardır. Bir insan allahın varlığına inanmıyorsa allah gerçekten yoktur. Gerçekten. Her şeyin ölçüsünü insan olarak aldığımdan değil. Herşeye bireysel yaklaştığımdan değil. Sadece, hayatın somutluktan fazlası olduğunu düşündüğüm için. Ben, senin benle hiç konuşmayacağını biliyordum çünkü. Kurduğum hayallere inandırabilseydim ben kendimi, sen benimle konuşmuş olurdun. Hatta belki yolculuğun sonunda telefon numaramı istemiş olurdun. Ya da ben seninle konuşurdum. Sana,senin ne olduğuna kendimi inandırdığımı anlatırdım. Uzun saçların ve ince bileklerin ve dingin bakışlarınla mükemmel bir şekilde doğru kişi olduğunu.
Otobüsler geliyordu Otobüsler kalkıyordu. Diyarbakıııırrr diye bağırıyordu adam. Sonra Muş. Yüklü çuvallarıyla yaşlı teyzeler kalkıyordu yanımdan. Yaşlı teyzeler oturuyordu. Bezgin yüz ifadeleriyle. Asla gerçeklerimin beni bağladığı gerçeğini kabul etmeyecek kişiler. Her gelen otobüs beni heyecanlandırıyordu. Gidecek o, yanımdaki çocuk, kalkıp ardına bakmadan gidecek. Bir daha dönmemek üzere. İzmir diyordu adam. Bir sürü insan sonunda istediğine kavuşmuş bir çocukçasına kalkıp koşuyordu. Rize otobüsü arıza yapmış dediler. Çocuk omuzlarını silkti. İ-podunu çıkardı. Always çalıyordu. O zamanlar orada insanlar vardı. Ankara otobüsü de arıza yapmış dediler. İnanmalı mıydım bir güce ? Belki orada bir saat yanında oturduğum ve gözümün ucuyla ayakkabısının bağını incelediğim çocuk benim kadar çok oturmuştu. Ama tam olarak benim kadar çok değil. Çünkü arızası giderilmiş bir Rize otobüsü geldi. Belki kendimi çok zorlasaydım onunla konuşur, onu kalmaya ikna ederdim. Ama gidişini seyretmek daha çabasızdı. Öyle sessizce veda etmek bir daha asla görmeyeceğin birine. Adını bile bilmediğin.
Bazen adını bile bilmediğin insanlar bir barda sen Meltem türküsünü dinlerken gözlerin sulandığında acıyarak bakarlar. Sana dair hiçbir şey bilmeyen insanlar. Bilmiyorum, sorsaydım sana dair ne öğrenebilirdim. Ya da öğrendiğim neye yarardı?
-Fotografçı mısınız?
-Nereye gidiyorsunuz?
-Ankara'ya gelmez misiniz?
-İstanbu'u sevmiyorum ben.
Gitti. Yer ve zaman kısıtlı olduğu için Rize otobüsü orada sadece beş dakika durdu. Sonra sonsuza kadar gitti.
Benim gitmem o kadar kolay olmamıştı oysa. Ankara otobüsü tamir edilememişti. Başka bir otobüs gelene kadar saat gece ikiyi bulmuştu. Oysa gece iki olduğunda sokaklar gecelerindir. Onu rahatsız etmemek gerekir. Kızar sonra size geceler, örtmez herşeyi her zaman. Bazen bir freninin boşalmasına neden olurlar.
Bir tutam yankı. Sabah Ankara terminalinde bir gazete aldım elime. Rize'ye giden bir metro otobüsü kaza yapmış diyordu. Freni boşalmış zaten daha önce de arıza çıkarmış bu otobüs.
Sonra gittim Nedjima'ya. İçiyorum. Kendimi gazetede gördüğüm cesedin o çocuğa ait olmadığına inandırabilmek için. Etrafa saçılmış Nikon fotograf makinesi parçalarının gerçekten var olmadığına inandırabilmek için. Çünkü ben böyle bir şeye inansaydım, gerçekten o çocuk ölmemiş olurdu. Söyle onu ben mi öldürdüm? Yoksa bazı somut gerçekler, gerçekten insanın başedemeyeceği kadar gerçek ve acı mı?
Size gitti diyorum. Bir tutam yankı. Yankı. Yankı Yankı Yankı Yankı Yankı. İyi bir rock müziği çalıyor şimdi. Ağlamak isterdim belki.
DEVRİM
|